27 Ekim 2023

100. YILINI KUTLAMAYA PEK 100’Ü KALMAMIŞ OLMASI GEREKEN BİR TOPLUMA YAZILMIŞ BİR CİHAN DEMİRCİ MEKTUBU!..



Bu ülkenin güzel günlerinin yaşandığı son yüzyıl olan 20. yüzyılın en güzel alışkanlıklarından biriydi mektup yazmak!.. Lakin, 20. yüzyılın sonlarında hayatımıza adım atıp, 21. yüzyılda bizi adeta teslim alan yaşamakta olduğumuz  tekno-yüzyılı bu güzelim alışkanlığı bitirdi ve artık 30-40 sözcükle konuşup yazanların çağında bırakın mektup yazmayı, karşılıklı konuşacak kadar yeterli sözcüğü bile kalmadı günümüz toplumunun!.. Neyse, 100. yılın hatırına bir mektup yazmanın zamanıydı, ve ben de uzun yıllardır ülkeme bakmaya çabaladığım o damın üzerine çıkıp "Damdaki Mizahçı" olarak dam üstünden yazdım bu uzunca mektubu…

Öncelikle bu ülkede, hala namusuyla yaşayıp, binbir kahır içinde emeğiyle geçinmeye çalışan, ama yine de susmayıp ses vermesini bilen, sözünü, eleştirisini eksik etmeyen, hayatlarımızı teslim almış şu gerici düzene hala direnen herkese çok selam olsun!.. 29 Ekim 2023… İlk günkü halinden eser kalmamış, her şeyini satıp, savmış, halkını kendi ülkesinde mülteci çıkarma peşinde, tanınmayacak hale gelmiş, robot resmi bile çizilemeyecek vaziyete düşmüş Cumhuriyetimiz 100 YAŞINDA!..  


Kutlasak da, kutlayamasak da, öylece kalakalsak da, yalanla var olan bir ülkede her fazla bir sorun yokmuş gibi kendimizi kandırsak da, sonuçta 100 yılın sonunda masaya gelen korkunç fatura çok acı!.. Yazacaklarım artık her yalanın doğru gibi algılandığı bu akla ziyan ülkenin tarihine sadece doğrularla var olan bir belge bırakmaktır…

624 yıl sürmüş, ucu bucağını şaşırmış ve devrini çoktan tamamlamış hantal bir İmparatorluğun üzerine benzerine çok az rastlanan bir şekilde, bu coğrafyanın asla hak etmediği büyük lider Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan genç Cumhuriyetin bugüne dek en büyük coşkuyu yaşadığına inandığım 10. yılında, yani 1933’te henüz dünyada yoktum… Rahmetli babam bile o zaman 3 yaşında bir çocukmuş… 10. yılın o benzersiz coşkusunu yaşayan Cumhuriyetin ruhunu gerçekten özümsemiş bir kuşaktan ise çok önemli değerler tanıdım…Yazarlar, çizerler, aydınlar, sanatçılar, oyuncular, kısacası pek kültür-sanat insanı… Onların dostluğunu ve doğruluğunu paylaştım. Ne yazık ki 10. yıl coşkusunu yaşamışların da tamamına yakını artık yaşamıyor!..

Benim gördüğüm, son gerçek coşkulu Cumhuriyet bayramı ise 1973’te kutlanan Cumhuriyetin 50. yılı olması nedeniyle de çok ayrı bir önem taşıyan o unutulmaz bayramdı. O dönemin hükümeti kutlamalar için önceden bir yasa bile çıkarmış, bunu yakın zamanda öğrendim. Anımsadığım ise; sadece 29 Ekim’de değil yıl boyunca yaşanan bir Cumhuriyet coşkusu sarmıştı her yeri… 1973’te hem ilkokulumda, hem de ortaokulumda fazlasıyla hissettim Cumhuriyet ruhunu… Okullar da, evler de süslenirdi. 1973 yılında ilkokulu bitirmiş bir çocuk olarak o bayramın kutlandığı dönemde, 11 yaşında artık Orta birinci sınıf öğrencisiydim. Sahi, İlkokulum öyle sıradan, rastgele bir ilkokul değildi, 1873’te kurulan İstanbul’un o tarihlerde çok güzel bir semti olan Aksaray’daki, Aksaray Mahmudiye İlkokulu idi. 2023 yılı mezun olduğum ilkokulun da 150. kuruluş yılıdır bu arada!.. Bundan 12 yıl önce 2011 yılında Habertürk Televizyonunda yayınlanacak “Şehrin Manzaraları” adlı 30 dakikalık belgeselde her hafta bir yazarın, bir sanatçının çocukluk yılları sanatına başlangıç dönemine dek yaşadığı semtlerde yapılan çekimlerle anlatılıyordu. 1973 yılında mezun olduğum ilkokulumun kapısını tv ekibiyle çaldığımda, dönemin ruhunun bizim o muhteşem İlkokulu da yiyip bitirdiği gerçeğiyle yüz yüze gelmiştim.

Okuluma 38 yıl sonra yeniden girmiştim… Bina aynen duruyordu ama bir şeyler çok farklıydı. Yönetmen arkadaşımız Haluk Göl ile, sınıflarda ve okulun içinde çekim yapmaya izin almak için okul müdürünün kapısını çaldığımızda karşımızda badem bıyıklı bir Din ve Ahlak öğretmeni vardı ve bizi doğru dürüst bile dinlemeden izin vermeyeceğini söyledi!.. Oysa ki, çok önemli yazarlar, şairler, çizerler yetiştiren okuluma övgülerde bulunacaktım… Neyse biz hemen pes edenlerden değilizdir. Okuldan çıkar gibi yaptık, hademenin sıcak ilgili bakışları altında okulun bahçesinde kapıya doğru yürürken gereken çekimi yapmayı başardık ama zavallı okulumunda dönemin yıkıcı yapısından payını aldığını böylece görmüş oldum!..Bir süre sonra ilkokul sınıf arkadaşlarımdan binanın da yıkıldığı ve yeniden yapıldığı haberini aldım…

1973’te müthiş bir eğitim alarak mezun olduğum bu ilkokulda sonuçta 100. yılını kutlayacak yüzü kalmamış ülkem gibidir ne yazık ki!.. Bu köklü okuldan; Tevfik Fikret, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Necmi Rıza Ayça gibi büyük yazar-çizerler, büyük değerler yetişmiştir ve inanın 1969-1973 arasında o dönem ki muhteşem sistem olan tek öğretmen sisteminin de katkısıyla (buna ikinci anne ya da ikinci baba da diyebiliriz) aldığımız eğitim bugünün çökertilmiş Türkiye’sinde iki oda bir salon okullardan oluşmaya başlayan, eğitim kalitesi yerlerde gezen üniversitelerde verilmiyor, bunu geçmişte söyleşi ve etkinlik için gittiğim okullarda bizzat da yaşamış biriyim!..

Biz şimdi 1973’e geri gelelim… Yıllar önce yazdığım 1969-1979 arası anılarımdan oluşan “70’lerde Çocuk Olmak” adlı anı ve dönem kitabımda bu dönemleri ayrıntılı anlatmıştım. 1973’te İstanbul’un Fındıkzade semtinde oturuyorduk. İstanbul’un en tarihi bölgesi olan Sur içi semtlerinden biri olan Fındıkzade’de o zaman ki adı Silivrikapı Ortaokulu olan (Sanırım şimdiki adı Çapa Ortaokulu) okula başlamıştım. Zeytinburnu gibi o dönemin İstanbul’da oluşmuş ilk gecekondu bölgesindeki bir hayırseverin yaptırdığı İhsan Mermerci Lisesi’nde Edebiyat öğretmenliği yapan, sık sık Cağaloğlu’na gidip önemli yazarların kitaplarından ikişer adet alan babam, bunun birini okula, diğeri eve getirirdi!.. Hem epeyce sert görünüşlü, otoriter ama bir o kadar da renkli, iyi bir hatip ve ilginç bir adamdı. Ben de 11 yaşında, evde kendi kendine defter sayfalarından gazete ve mizah dergisi yapmaya başlamış tuhaf bir çocuk olarak, 50. yılın coşkusunu çok iyi anımsıyorum… Size bu yazıda sunduğum kolaj 29 Ekim 1973 tarihli gazetelerden oluşuyor…

Babam anneme ve bana 29 Ekim Cumhuriyet bayramı günü, açılışı 30 Ekim 1973’te yapılacak olan Boğaziçi Köprüsünden ilk geçenlerden olacağımız müjdesini vermişti. Anadolu yakasını dedemlerin Erenköy’de SahrayıCedit’teki yazlık evlerinden ötürü çok sevmeye başlamış bir çocuk olarak, Avrupa yakasından Anadolu yakasına ilk kez bir köprüden geçecek olmanın coşkusuyla o 29 Ekim 1973 gecesi benim için bir başka olmuştu. O gece arife gecesinden, bayramlık yeni ayakkabılarıyla yatan dönemin çocuklarının mutluluğu vardı sanki üzerimde. 

Sonuçta, 30 Ekim 1973’te Cumhuriyet heyecanı henüz süren bu ülkenin Boğazı birbirine bağlayan, üstelik bugünküler gibi bedeli çok ama çok ağır olmayan ilk asma köprüsünün açılış günüydü ve biz o gün arabamızla o köprüden müthiş bir heyecanla Anadolu yakasına geçenlerden olduk!.. Ülke 50. yılını en büyük şehri İstanbul’a yapılan bu çok önemli köprüyle kutluyordu!..


Cumhuriyetin 50. Yılını 11 yaşında bir çocuk olarak yaşadığım sırada ülkede, 61 Anayasasının getirdiği özgürlükler ve dünyada yaşanan 68 ruhunu yakalamış sol yürekler vardı!..Yüzü Mustafa Kemal’in gösterdiği gibi Batı medeniyetine dönük olan Batıyı pek çok konuda yakalamış bir Türkiye Cumhuriyeti vardı!.. Ülkede Mustafa Kemal’in kurduğu ya da onun çizgisinde kurulmuş pek çok yerli kuruluş, ve en önemlisi bu ülkenin bir kimliği, bir kişiliği vardı. Biz o dönemlerde okullarda “Yerli Malı” Haftası kutlardık örneğin…O haftalarda okullar çeşit çeşit fındık, fıstıkla kuru üzümle, cevizle, çeşit çeşit kuruyemişlerle dolardı!.. Çocuklar şimdiki gibi okullarda aç ve kötü eğitime, daha doğrusu kötü bir Din Eğitimine gömülmüş değildi!.. Bu ülke öncelikle bir tarım ülkesiydi ve bunun farkındaydı o yıllarda, dünyanın sebze-meyve, tarım üretiminde kendi kendine yeten 7 ülkesinden biriydik!.. Bu bugünün içi boş yalan cümlelerinden biri değildi. Çocuktuk ve mutluyduk!.. Paramızın ciddi değeri vardı!.. Bayramlarda verilen harçlıklar bu yüzden de çok kıymetliydi!..

Ülkede 70’lerde esmeye başlayan özgürlük, demokrasi ve çok seslilik ortamından rahatsız olanlar, Balkan kökenli bir deha olan Mustafa Kemal’in yüzü Batı Uygarlığına, bilime, kültüre, sanata, çağdaşlığa dönük bir ülke modeli yaratmasından fena halde rahatsızdı. Onun 1938’deki erken ölümü ardından başlayan süreçte ne yazık ki onun bıraktığı bu müthiş ülke mirası adım adım çar çur edildi!.. Onun kurduğu CHP ne yazık ki henüz çok partili olmayan dönemde tek parti iktidarı olarak çok hatalar yaptı, basın özgürlüğünü yok etti ve 1946’da geçilen çok partili hayat ise ne yazık ki aslında tek partili hayatın devamından öteye gidemedi!.


Araştırmacı bir kalem olarak iyi bir arşivim vardır. Çocukluğumdan beri notlar tutarım. Çöküşünün hemen öncesindeki yüzyılda, 1850’lerde Osmanlı’daki okur-yazar oranını bilir misiniz?.. Sadece yüzde 10’dur!.. Bunun da yüzde 5’i ülkedeki Azınlıklardır!.. Oysa o dönem Japonya’da okur-yazar oranı yüzde 60’tır, bu oran Japonya’da 1910’da yüzde 100’e çıkmıştır!.. “Japonlar yapıyor abi” sözü bu yüzden montajdan ve şantajdan öteye gidemeyen Türkler tarafından çok söylenir!!!


Peki bir çok partili hayata geçtiğimizde ülkemizdeki okur-yazar oranı neydi biliyor musunuz?.. Sadece yüzde 20 idi!.. Bu bilgiler iyi araştırmacı ve sağlam tarihçi ağabeyim, sevgili Orhan Koloğlu’ndan kaldı bana…İşte 1946’da yüzde 20 okur-yazar oranıyla geçilen çok partili hayat, özellikle 1950’de tek parti iktidarını yakalayan ve 10 yıl süren Demokrat Parti döneminde, Mustafa Kemal Cumhuriyeti için tam bir yıkım oldu!.. Zaten Mustafa Kemal’in adeta bir armağanı olan, uğruna yeterince mücadele edilmeden kazanılan uygar ve demokratik bir ülkenin en önemli göstergesi olan “LAİKLİK” bu süreçte ilk ağır yaralarını almaya başladı!.. 1960’da yapılan Askeri Darbe, dönemin ruhuyla Atatürkçü bir darbe gibi gösterilse de en büyük zararı sonuçta gene Mustafa Kemal devrimleri ve Cumhuriyet gördü!. 1961 Anayasasıyla gelen özgürlükleri hazmedemeyenler ve bu ülkenin hiçbir zaman kendi ayakları üzerine basan çok güçlü bir ülke olmasını istemeyen Dünyanın Jandarması ABD’de, 70’leri bu ülkeye zehir etmeye soyundu!.. Aynı silah tüccarının sattığı silahlarla, bu ülkenin sağcı genci solcu gencini vurdu, solcu genci sağcı gencini!!!! Üstelik bu silah tüccarlarının yürekli gazeteci Uğur Mumcu sayesinde, en ünlüsü benim çocukluğumun Fındıkzade öncesinde geçtiği Haseki’deki Softa Sinan Sokak’tan çıktı, adı: “Abuzer Uğurlu” idi…

Amaç çok açıktı!.. Mustafa Kemal Atatürk’ün, doğulu özelliklerinin farklı rengini de kullanan uygar bir Batı ülkesi yapmak istediği Türkiye’yi, yeniden Osmanlı kabusunun içine atarak, sıradan hantal bir Ortadoğu ülkesi yapmak!.. Ne yazık ki bu ülkenin 70’li yıllarda büyük bir kesimi yok edilen, 80’leri zindanlarda geçirerek yıpratılan demokratik, özgürlükçü, gerçek sol yürekli güçleri hiçbir zaman belli bir sayıyı aşamadı ve bu ülkeden her fırsatta kovulan, bu ülkede hayatın gerçek renkleri olan zavallı azınlıklar gibi hep azınlık kaldılar!..


12 Eylül 1980 darbesiyle ülkenin hem de kendi Askeri sayesinde Batıdan kopuş serüveni başladı.Adım adım döşenen taşlarla, zaten azınlıktaki sol daha azınlık hale getirildi!.. Bu süreçte özellikle gerici güçler karşısında yapılan büyük hatalar, büyük ihanetler, büyük yanlışlarla ülke adım adım kriz ülkesi oldu!.. 2002 yılının sonlarında gerici bir düzenin altına kırmızı halılar döşenerek başlayan bir süreç, 90 yaşına adım atmaya hazırlanan bir ülkeyi hep yanlış tedavi uygulanarak adeta ölüm döşeği hazırlanan 90’lık bir yaşlıya çevirdi!.. 80 yaşındaki ve 90 yaşındaki Cumhuriyete yazdığım mektupları da anımsadım şimdi…

Ülkeye bu çok kritik dönemde, hesap vermeden giden siyasetçiler kadrosundan olan, Baykal vurarak, şu anda var olan düzenin oluşmasının önünü sonuna kadar açtı!.. Tarihi iyi okuyan biriyseniz, yani iyi bir tarih okuruysanız bilirsiniz ki en büyük yıkımlar hep en yakın gördüklerinizden gelmiştir!.. Bizansı kahpe olarak gören bu ülke toplumu, sırttan bıçaklamayı Bizanstan da, Romalı Brütüs’ten de çok daha iyi bilir aslında!.. Yaptığı darbe kötü bir resimden öteye gidemeyen kötü ressam Evren’in yarattığı yıkım en çok da dinci, tarikatçı, gerici kesimlere yaradı!.. Sürekli sağa ve dinci sağa çalışan Baykal’ın bayrağı devrettiği, hep “kaybetmek” için var olan Kemal bey de onu asla aratmadı!..

Ve halkının hayata sadece “seyirci” kıvamında katıldığı bu ülke, kaçta kaçının kaldığını bile bilemediği Cumhuriyetinin 100. Yılında… 10. Yıl coşkusunu yaşayanlar “10 YILDA 15 MİLYON GENÇ YARATTIK HER YAŞTAN” diyebilmişlerdi…

Ülkenin gördüğü son büyük coşkulu Cumhuriyet Bayramı olan 50. Yıl marşı da hala unutulmaz… Eğer bir marş unutulmadıysa zaten anlayın ki o dönem iyi yaşanmıştır ve hak edilmiştir… Ne diyordu o marşta da: “MÜJDELER VAR YURDUMUN TOPRAĞINA TAŞINA, ERDİ CUMHURİYETİM ELLİ ŞEREF YAŞINA…”

100. yılda sayısız kişi, sayısız marş için sözler yazdı, besteler yaptı ama dinledik, baktık, coşkulanamadık, çünkü hiçbiri olmadı… Çünkü ne 10. yıldaki büyük coşku, ne de 50. yıldaki o olgunlaşmış coşkunun zerresi kalmadı artık ülkede!.

Bakın dünya üzerinde Cumhuriyetten bol bir şey yoktur!.. Aslında diktatörlük yaşayan o kadar çok ülke var ki adı Cumhuriyetle biten… Önemli olan, kıymetli olan; işleyen bir hukuk devletine sahip, halkının bilinci yüksek, demokratik, laik bir Cumhuriyet olmaktır... Bunu başarmaya çok yaklaşmış bir ülke bu başarının 500 yıl gerisine düşmüş bir halde Ortaçağı yaşar hale gelmişse sorumluluk sahibi bir kaleme de böyle bir mektup bırakmak düşer!..

O halde pes etmeden, ama oturduğumuz yerden değil, yok edilen Cumhuriyet değerlerini ölü gözlerle izlemeden, çaba göstererek, emek vererek, sivil toplum olmayı başararak, cesaretle yeniden kazanmalıyız çağdaş hukuk devleti özellikleri taşıyan, demokratik ve laik Cumhuriyeti… O uygar insana yakışır günlerin özlemiyle, o yolda çaba gösterenlere sahip çıkarak, ses vererek…

Cumhuriyet düşmanlarına inat, bu bilinçle, Cumhuriyetin kuruluş ayarlarına, kurucusu büyük lider Mustafa Kemal Atatürk’e ve bu 100 yılık serüvende uygar dünyadan yana emek veren Cumhuriyetin gelmiş geçmiş tüm aydınlık yüzlerine yüz değil bin selam olsun, Cumhuriyet işte bu içi boşalmamış bilinçle 100. YILINDA KUTLU OLSUN!..

MUSTAFA CİHAN DEMİRCİ  (27 Ekim 2023-FOÇA)



Hiç yorum yok: