10 Temmuz 2006

Damdaki Mizahçınız Cihan Demirci’den
Akşehir izlenimleri…

EVLERE ŞENLİK BİR NASREDDİN HOCA ŞENLİĞİ!

Şenliğin bu yılki afişi...

Sevgili “Damdaki Mizahçı” blog dostları; Damdaki Mizahçınız Akşehir’den ayağının tozuyla döndü ve mizahımızın piri Nasreddin Hocaya olan sevgisi nedeniyle kaleme sarıldı. En son 6 yıl önce 2000 yılındaki Nasreddin Hoca Şenliğine gittiğimi daha önce de yazmıştım. Daha önce 2 kez gittiğim Akşehir’de yaşadığım güzellikler arasında pek çok olumsuz anı da toplamış ve o yüzden bu şenliğe epeydir ara vermiştim doğrusu. Sevgili meslektaşım Canol Kocagöz’ün beni araması ve ısrarlı tavrıyla başlayan bir süreçte kendimi 4 Temmuz Salı sabahı Haydarpaşa Garı’nda buldum.

'GÜLMECE TRENİ'NDE 2 MİZAHÇI!
“Gülmece Treni” az sonra kalkacak ve biz de bu trenle Akşehir’e gidecektik. Ancak ortada bu yılın temsili Nasreddin Hocası olan Kadir Çöpdemir yoktu. İşleri çok yoğun olduğu için şenlik günü uçakla geleceğini söylediler. Şöyle bir etrafa bakındım. Canol’la benden başka mizahçı ya da karikatürcü var mıdır acep diye ama göremedim. Sonra tren yolculuğumuz başladı. Canol’la birlikte, bu şenlikte kısa filmleri gösterilecek olan oğlu Yiğit Kocagöz, gene bu şenlikte film gösterimi yapılacak genç sinemacı Tonguç İbrahim Sezen’le, Didem Işıkoğlu vardı. Trende sevgili İsa Çelik ve ailesiyle, iki fotoğrafçı arkadaşı ve aileleri de yerlerini almıştı. Şenlikte düzenlenecek olan törende “Çizgi Bant Yarışması” ödülünü Hicabi Demirci adına almak için Akşehir’e giden Sevgi arkadaşımız da trendeydi… (Benim dijital makine gene azizlik edip çalışmayınca, bu haberde gördüğünüz fotoğrafları Sevgi Yılmaz çekip bana iletti kendisine çok teşekkür ediyorum.)

Cihan Demirci ve Canol Kocagöz Sultandağına zamanından önce gelen treni geri itmeye çalışırken!..

Bizim tren yolculuğu doğrusu tam da Nasreddin Hoca’lık bir şekilde sonuçlandı. Yapılan programa göre “Gülmece treni” Akşehir garında saat 19’da törenle karşılanacaktı. Ancak trenin yarım saatten fazla erken ulaşma durumu söz konusuydu, işte bu yüzden Sultandağı’nda yarım saatten fazla zorunlu mola verildi!.. Saat 19’da tren Akşehir garına geldiğinde neredeyse bütün Akşehir oradaydı. Bando takımı marşlarına başlamıştı. Bendeniz trende sayıları 15’i bile bulmayan konukların en sonunda yerimi almıştım. Gardaki büyük coşkuya karşı trende çok az sayıda konuk olması, hele onların beklediği türden “ünlü” konuk pek olmamasındandı bu en sona kaçış!.
İki elimdeki valizlerle, bizleri izlemekle görevli olduğunu sandığım onlarca genç arkadaşın arasından güçlükle geçerek, bizi bekleyen otobüse ulaştık. Sevgili Canol’a, oğlu Yiğit’e, Tonguç arkadaşımıza ve bana Garnizon’da yer ayrılmıştı. Zira tüm oteller her zaman olduğu gibi tıka-basa doluydu Akşehir’de. Garnizon çok güzeldi güzel olmasına ama hem merkezin dışında hem de epeyce tırmanma gerektiren bir yerdeydi. İnsanın gittiği yerde hem merkezin hem de halkın içinde olmaması bizim gibi halkından soyutlanmamış insanlar için pek hoş olmuyor doğrusu.
6 yıl sonra yeniden geldiğim Akşehir’de, geçmiş deneyimlerimizden yola çıkarak 5 Temmuz Çarşamba günü yapılan açılış törenlerinin uzağında kalmayı tercih ettik arkadaşlarla. Zaten açılış, Kültür ve Turizm bakanlığına geldiğini televizyondan öğrenen bir bakanla yapılıyordu. Nasreddin Hoca gibi “uyanık” bir mizah kahramanının şenliğine pek de yakışmıştı doğrusu kendileri!..

Akşehir Belediyesi sitesinden aldığım bir açılış töreni fotoğrafı. Uyuyan bakan ile uyanık Nasreddin Hoca (tabii temsili olanı!)

Bizler, açılıştaki malum gövde gösterisini izlemek yerine Akşehir’i dolaşmayı tercih ettik. Akşehir gölü zaten epeydir kuruduğu için suni olarak yapılan bir gölete maya çalmaya çalışan temsili Nasreddin Hoca’yı izlemek zaten pek de anlamlı bir şey değildi sanırım…

20 YILDIR KAPALI MÜZE!

Derken birden kendimizi “Akşehir Arkeoloji Müzesi”nin önünde bulduk. Müzeyi gezmek istedik ancak kapısı kilitliydi. Nasreddin Hoca’nın türbesi gibi bir kilit esprisi olduğunu düşünerek bakındık etrafa. Görevli arkadaş, telaşla geldi. Kendisine müzeyi gezmek istediğimizi söylediğimizde “Kapalı” dedi. Biz; “Fakat böyle bir şenlik sırasında nasıl kapalı olur?” dediğimizde görevli arkadaş bize Nasreddin Hoca’lık bir yanıt veriyordu: “Efendim zaten şu anda değil, bu müze tam 20 yıldır kapalı!..”

Canol ve bendeniz 20 yıldır kapalı müzenin kapısı önünde!

Güler misin, ağlar mısın, sonraya saklar mısın bir ifadeyle biz tabii ki gülmeye verdik önceliği!.. Görevli arkadaş şunları söylemeyi de ihmal etmemişti: “Bu müzeyi sadece Kültür bakanı gelirse açabiliriz, kendisi burada biliyorsunuz, eğer o gelirse açacağız!..” Sadece Kültür bakanına açılan ama 20 yıldır kapalı olan bir müze, bize bir kez daha Nasreddin Hoca’nın ruhunun buralarda bir yerde olduğunu düşündürdü Akşehir’de…

Nasreddin Hocamızın türbesi. Geçmişte yeşil olan örtünün de içi kararmış simsiyah olmuş!..

Hocamızın türbesinin önünde; bendeniz, Canol, Mustafa Yıldız ve Sevgi Yılmaz...

Daha sonra Nasreddin Hocamızın türbesini, Nasreddin Hoca derneğini, Gülmece Parkını, Akşehir Evi’ni ziyaret ettik, neyse ki onlar açıktı!.. İlk kez gördüğümüz yeni Kültür Merkezi gerçekten çok güzel olmuştu. “Gülmece Parkı” benim son kez geldiğim 2000 yılında açılmıştı. Aradan geçen 6 yılda parkta zaten asıllarına pek de komedyen portrelerinin epeyce dökülmüş hali hiçte hoş değildi açıkçası. Müjdat Gezen’in büstünde, burun diye kalmamıştı örneğin. Sonra, baktığını gören bir “Damdaki Mizahçı” olarak daire şeklinde konulan kabartma portrelerde, Necdet Tosun’un altında “Cevat Kurtuluş” Tahmin edeceğiniz gibi “Cevat Kurtuluş”un altında da “Necdet Tosun” yazıldığını görüp, zaten zamanında değerini bilemediğimiz bu iki büyük oyuncu için bir kez daha üzüldüm…

Mustafa Yıldız ve Canol Kocagöz'le karikatür sergilerinin açılışında görülüyorum!

KURDELA KESECEK YETKİLİ BULUNAMADI!

Derken sıra “Karikatür Sergileri”nin açılmasına gelmişti. Canol Kocagöz’ün, Mustafa Yıldız’ın ve aramızda olamayan Atay Sözer’in karikatür sergilerinin açılışı için kurdela bile hazırlandı ancak, epeyce bir beklemeye rağmen bu 3 sergiyi açacak herhangi bir yetkili ortalarda görünmediği için sergiler kendi kendine açılmış oldu. O akşam Akşehir’de, Savaş Ünlü arkadaşımız sayesinde diş teknisyeni Ali Terzi ve ailesiyle tanıştık. Bizlere içten bir Anadolu sıcaklığını anında hissettiren Ali Terzi, Ufuk Terzi, Halil Terzi ve kızları Seda Terzi ile 4 gün sürecek keyifli anlarımız böylece başlamıştı…

Akşehir'de belediye parkında soldan sağa; Mustafa, Yiğit, Tonguç, Didem, Sevgi, Canol ve bendeniz...

Bu yıl 5. kez yapılan ama tanıtımı sıfır noktada olduğu için kimselerin pek fark etmediği “Nasreddin Hoca Çizgi Bant Yarışması”nda jüri üyelerinin çoğu, jüri toplantısına gelmediği için 30 Haziran Cuma İstanbul’da Canol Kocagöz, Atay Sözer ve ben son anda jüri üyesi olarak, bu yarışmanın seçiminde bulunmuştuk son anda. İşte bu yarışmanın ödül töreni, 5 Temmuz akşamı yeni yapılan Kültür Merkezi’nde gerçekleşecekti. Bu yarışmada birinciliği Erdoğan Oğultekin ile paylaşan Hicabi Demirci, ödülünü alması için Sevgi Yılmaz’ı yerine yollamıştı. Ancak ödül töreni anlaşılmaz ve açıklanmaz bir nedenle son anda iptal edilince, Sevgi Yılmaz da o gece İstanbul’a dönmek zorunda kaldı. Zaten diğer çizerler de gelememişti. Tam bir curcuna yaşanıyordu ve Nasreddin Hoca Turizm Derneği’nin, Akşehir’e gelmemizi sağlayan yeni başkanı Taner Serin tüm bunlar yaşanırken ne yazık ki ortalarda yoktu. Kendisini en son trenden inerken görmüştük!.. (Sahi Cuma akşamı bir ara bize plaket verirken de karşılaştık kendisiyle!..)

"HELE BAHAR, HELE YAZ GELSİN!"

6 Temmuz Perşembe akşamı Akşehir’deki GS’lılar Lokalinde, Akşehirli dostlarla birlikte Salı-sözlü bir gece yaşadık. Akşehir’in yetiştirdiği değerli şair dostum Ahmet Çuhacı’yı ve onun şiirlerinin bestecisi sevgili Şehabettin Genç’in sazını-sözünü dinlemek apayrı bir keyifti doğrusu. Hele hele Ahmet Çuhacı dostumuzun sözlerinden, Şehabettin Genç’in bestelemesiyle ilk kez dinlediğimiz “Hele bahar, hele yaz gelsin” adlı türkü bir harikaydı doğrusu…Türkülerin üstüne yapılan keyifli muhabbette Akşehir’de yaşadığımız olumsuzlukları epeyce silkeleyip almıştı üzerimizden, ta ki ertesi güne dek…

MESİRE YERİNDE SÖYLEŞİ OLURSA...

7 Temmuz Cuma, bizim şenlikteki söyleşi ve imza günümüzdü… Akşehir birkaç ay önce gayet güzel bir Kültür Merkezi kazandığı, o merkezin hali hazırda 2 adet cep, bir adet büyük salonu olduğu ve şenlikteki tüm söyleşiler bu cep salonlarında yapıldığı halde bizim “Mizah” söyleşisi, Akşehir’in mesire ve piknik yeri Hıdırlık tepesine konmuştu. İnsanların çaylarını, kahvelerini içmeye, böreklerini-kirazlarını yiyip, gerekirse karpuzlarını kesmeye geldikleri bir mesire yerinde bizde uzun süre çayımızı içip, oyalandık… Bana kalsa böyle bir ortamda masaya hiç oturmazdım ama sevgili Canol’un ısrarıyla biz 4 mizahçı kendimizi masada bulduk. Biz dört kişiydik ama bizi gerçekten “özel” olarak inlemeye gelen sadece 3 kişiydi işin trajikomik gerçeği… Hıdırlık’ın güzel ortamında çaylarını yudumlayan Akşehirlilere; “Burada söyleşinin olamayacağını” söyleyerek ayaklandık ve kendi insiyatifimizi kullanıp, soluğu Kültür Merkezinde aldık!.. O anda tüm salonlar dolu olduğu için Kültür Merkezinin üst katındaki boş bir alana sandalyelerimizi yerleştirip, şenlikte görevli genç arkadaşlarımızın da dinleyici desteğiyle söyleşimizi zor da olsa gerçekleştirdik!.. Bu arada bu söyleşiye özel olarak gelen o üç kişiye; genç dostlarımız İsmail ve Nejla’ya ve de bizi bir an yalnız bırakmayan sevgili can dostumuz Ali Terzi’ye özel bir teşekkür gerekiyor sanırım…Sonrasında imzaladığımız birkaç kitaptan sonra kendimizi önce fotoğraf söyleşisine, Yiğit Kocagöz’ün kısa filmine ve sonra da Ali Terzi’nin evinin bahçesindeki yemeğe atıp, sevgili kızı Seda’nın yaş gününü bir gün önceden kutladık!..

Sonuçta dönüşte bile insanı epeyce yoran bir curcuna yaşadık Akşehir’de. Bu yıl 47. kez yapılan bu şenliğe bakınca insan üzülmeden edemiyor. Zira sizlerle paylaştığım gibi adı “Nasreddin Hoca” olan bu şenlikte artık her yerde olduğu gibi ağırlık konserlerden ve şarkıcılardan yana, araya birkaç tiyatro grubu sıkıştırılıyor ama mizah giderek ortadan yok oluyor işin acı gerçeği.

Gülmece Parkında "Erol Günaydın" büstünün önündeyiz...

KİRAZ FESTİVALİ DAHA MI UYGUN?

“Damdaki Mizahçı” olarak naçizane bir öneriyle diyorum ki; Akşehir’in muhteşem, ihraç ürünü olan bir kirazı var, neden bu şenliğin adını “Akşehir Kiraz Festivali”ne çevirmiyorlar acaba?.. Çünkü, bu şenlikte artık itibar görenler sadece şarkıcılar ve konserler… Diğer kültürel etkinlikler laf olsun diye konmuş belli ki. Burada çıkıp da; “Efendim n’apalım halkımız böyle istiyor, halkımız sadece konser istiyor” diyenlere bende şunu derim: “Siz halkınızı neye alıştırırsanız, halk onu ister!..”

İşte bu yüzden Akşehir artık Hoca’nın 800. yaşı yaklaşırken kavuğunu önüne koyup karar vermek zorunda; ya “Kiraz Festivali” yapıp Hoca’yı ve onun mizahçı torunlarını hiç yormayacak, ya daaaaa; gerçekten bir “mizah” şenliği yaparak Hoca’mızın ruhunu rahata erdirecek!.

Son olarak şunu da anımsatmak da yarar var; Nasreddin Hoca, bir camii hocası değildir, o bizim mizahımızın hocasıdır, mizah dediğin şey sivri bir şeydir, keskin bir şeydir. Öyle törpülemeye, yumuşatmaya gelmez. Bendeniz de bu yüzden bunca satırı sizinle paylaştım zaten. Akşehir de, Nasreddin Hocamız da bundan çok daha güzel şenlikleri hak ettiği için yazdım onca şeyi… Bindiğimiz Nasreddin Hoca dalını daha fazla kesmememiz dileğiyle, Akşehir’deki tüm “duyarlı” ve "güzel" dostlara selam olsun!..

Hiç yorum yok: