03 Temmuz 2006

Türk mizahının iki dev ismi ‘Temmuz’ ayında
ard arda anılıyor…

Nasreddin Hoca’dan Aziz Nesin’e

CİHAN DEMİRCİ

Bir Temmuz ayı daha geldi… Yakıcı, kavurucu sıcağıyla… Üstelik en fazla mizahı, mizahçıyı yakıp kavuran bir Temmuz ayı daha… Aziz Nesin’den Rıfat Ilgaz’a, Kemal Sunal’dan Sadık Şendil’e, Necati Abacı’dan Oğuz Aral’a… Hepsini Temmuz’da yitirdik… Şu Temmuz mizahı sevmiyor mu dersiniz? Soruya soruyla yanıt verelim: Temmuz mizahı sevmese mizahımızın başlangıç noktası Nasreddin Hocayı her yıl Temmuz’da anar mıydık?

Birisi Selçuklu dönemi sözel mizahının, diğeri Cumhuriyet dönemi yazılı mizahının iki büyük ustası; Nasreddin Hoca ve Aziz Nesin… Onları bir araya getiren iki büyük mizah ustası olmalarının ötesinde bir ortak noktaları da; Temmuz ayı… Nasreddin Hoca, her yıl olduğu gibi bu yılda 5-10 Temmuz tarihleri arasında Akşehir’de 47. kez düzenlenecek Nasreddin Hoca Şenliğinde düzenlenecek etkinliklerle anılacak. Bendeniz de 6 yıl aradan sonra 3. kez Akşehir’de olacağım.

Sevgili Aziz Nesin usta için ‘Temmuz’ demek iki kez ölüm demek sanki… 1993’ün 2 Temmuz’un da Sivas’ta yaşanan korkunç bir günde, gerici ayaklanmayla yakılmaya çalışılan Aziz Nesin, 1995 yılının 6 Temmuz’un da ayrılmıştı aramızdan…

Nasreddin Hoca’ya ait gerçek fıkra sayısının bize kitaplarda sunulandan çok daha az olduğu bir gerçektir. Bu fıkraların pek çoğu halkın sonradan kendi ürettiği fıkralardır. Pertev Naili Boratav’ın 42 yıllık bir çalışmayla 1996’da yayınladığı “Nasreddin Hoca” kitabında ortaya numaralı bir şekilde çıkardığı toplam fıkra sayısı sadece: 594’tür. Oysa bugüne dek basılmış yüzlerce Nasreddin Hoca kitabını toplarsanız bunun birkaç katı fıkrayla karşılaşırsınız.

Yenik bir halkın gülmesi

Aziz Nesin usta, “Cumhuriyet Dönemi Türk Mizahı” adlı kitabında (1973) Nasreddin Hocayı bakın nasıl anlatmıştır: “13. yüzyılda Selçuklular Moğol istilası altında kalmışlardır. Selçuklu hükümdarları, beyleri, yönetenleri özçıkarları için kendi halklarının aleyhinde Moğollarla işbirliği yapıyorlar. Bu durumda halkın başkaldırısı bir şekilde mizahla, Nasreddin Hoca fıkralarıyla olmuştur. Yazılı olmayan ya da belli bir sanatçının eseri olmayan “Halkın ortak ürünü” olan sözlü mizahta, mizahın bir yerde korkunun ürünü olduğu daha belirgindir. Çünkü halk kendi uydurduğu olayları, yarattığı kahramanlara bağlayarak suçluluktan kurtulmaya çalışır. Çünkü halk yeniktir ve yeniklerin gülmecesi korkunun eseridir. Nasreddin Hoca fıkralarında bu korku görülür. Halk yaşadığı dönemin egemen ve yönetmenlerini yermek ve onlarla alay etmek isteyince, ya duruma uyan bir Nasreddin Hoca fıkrası bulur, ya da hocanın kişiliğine uygun olarak bir fıkra uydurup bunu Nasreddin Hoca fıkrası diye anlatır.”

Gene Aziz Nesin Nasreddin Hoca’ya bakarak şu soruyu soruyor bize: “Mizah, halkın yaşama gücünü, direncini, yenik düştüğü halde bile yaşamak uğruna, kendisini ezenlere karşı dolaylı olarak savaşını göstermez mi?..” Ve devam ediyor sözlerine: “Byron, ‘Herhangi ölümlü bişeye gülüyorsam, ağlayamadığımdandır’ diyor. Böyle bir gülmede acı ve düşün yüklüdür. İşte Nasreddin Hoca gülmecesi, bu tür mizahtır. Fıkralarının bir çoğu acı acı güldürerek, düşündüren acı mizahın ‘Humour Noir’ (Kara mizah) en iyi örneğidir. Nazım Hikmet, destanında Türk halkını şu mısralarıyla betimliyor: ‘O, Nasreddin Hoca gibi ağlayan, Bayburtlu Zihni gibi gülendir!..’ Burda ‘Nasreddin Hoca gibi ağlayan’ betimlemesi Byron’un niçin güldüğünü açıklamasıyla tıpkıdır. Nazım Hikmet, Nasreddin Hoca’yı gülen değil, ağlayan insan sembolü olarak göstermiştir. O gülünçlü fıkraların özünde gözyaşı vardır. Nazım Hikmet’in deyişiyle Türk halkı bu fıkralara, ağlamanın yerine gülmüştür. Çünkü Nasreddin Hoca, yalnız ezenlerle alay etmekle yetinmemiş ezilen halkın da kaltabanlığı, o çürümüş toplumdaki korkaklığı, ikiyüzlülüğü, yüreksizliği, sahteciliğiyle de alay etmiştir.' Aslında, Nasreddin Hoca derken Türk halkının kendisini anlamaktayız. Böylece Türk halkı, kendi kendisiyle alay edebilme olgunluğunu göstermiştir.”

Gerçekten de, Aziz Nesin’in bu saptaması çok yerindedir. Yüzyıllar içersinde, dilden dile aktarılarak Türk halkının kendi yarattığı efsane bir kahraman haline Nasreddin Hoca, sonuçta Türk halkının bizzat ta kendisidir!.. Aynı Türk halkı, bu geleneği, bugün de “Temel” fıkraları üreterek sürdürüyor mu?..

Nasreddin Hoca fıkralarındaki canlılığın, zenginleşmenin, doğurganlığın günümüzde bile hâlâ sürmesi, halkın bu fıkraların üretimine olan katkısı yüzündendir. Mizahımızın yüz akı olan Hocamızı yaşatan aslında halkın kendisidir. Bu yüzden aradan 8 yüzyıl geçmiş olmasına rağmen sevgili Nasreddin Hocamız hâlâ Anadolu toprağında, aramızda yaşamakta ve eşeğine ters binmeye devam etmektedir.

Eşeğine biniş şekliyle bize mizahçının dünyaya bakışını da gösteren, bize bir yerde mizahı tarif eden pek sevgili Nasreddin Hoca bugün hâlâ nasıl yaşıyorsa, halk kahramanı bir mizahçı mertebesine erişen Aziz Nesin usta da o şekilde o şekilde yaşıyor. Temmuz sıcağı ne yapsa boş!.. Türk halkının “Tam Aziz Nesin’lik” dediği gerçek olaylar, tıpkı Hoca fıkraları gibi bu iki mizah devini birbirine daha da yaklaştırıyor. Sevgili Nasreddin Hoca ve sevgili Aziz Nesin usta; iyi ki var oldunuz, yüzyıllarca çok yaşayın!..

(Bu yazının kısaltılmış hali 4 Temmuz 2006 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmıştır. )

Hiç yorum yok: