14 Nisan 2006

"ABSÜRD" MİZAHIN ÜLKEMİZDEKİ ÖNCÜSÜ SUAVİ SUALP'İ 14 NİSAN 1981'DE BUNDAN TAM 25 YIL ÖNCE YİTİRMİŞTİK... "DAMDAKİ MİZAHÇI" ÖLÜMÜNÜN 25. YILINDA ONU ANIYOR...
Unutulmuş bir mizah dehası:
Suavi Sualp

Adını şimdilerde kimse pek anımsamasa da, bir öncü mizah dehasını, bir komple mizah ustasını bundan tam 25 yıl önce 14 Nisan 1981'de yitirmiştik. Henüz 55 yaşında ve en üretken çağındayken ani bir kalp kriziyle aramızdan ayrılan ve sonrasında adı unutulup, karambole giden bu özgün kalem benim bu mesleğe adım attığım yıllarda "ustam" olarak bellediğim sevgili Suavi Sualp'ti... Profesyonel anlamda mizah yazarlığını onun son olarak çalıştığı Ses dergisindeki masasında başlamış olmamın bana yüklediği yoğun duygular aradan geçen 25 yıla rağmen hiç azalmadı.

Gerek mizah yazıları, gerek mizah öyküleri, gerek "Salata" dergisiyle, kendi yazıp kendi çizdiği çizgi romanları, mizahımıza soktuğu "Seçme Saçma Sözler"iyle ve tüm bunların üzerine kendine özgü 'Absürd' bir mizahın yaratıcısı olarak, benzersiz bir kalemdi; Suavi Sualp... Ancak, Aziz Nesin usta; "Mizah ciddi bir iştir" diyerek mizahı ne denli ciddiye aldıysa, Suavi Sualp de tam tersine ne kendi yaptıklarını, ne de hayatı çok fazla ciddiye almadı sanki, mizaha kattıklarının farkında bile olmadan, naif bir mizah kahramanı gibi, müthiş renkli ve hızlı bir hayat yaşayıp, aynı hızla ayrıldı aramızdan...

Suavi Sualp, benim için, bir başucu öyküsü olan, unutulmaz öyküsü "Gene İyi Dayandık" ta yazarlığı boyunca her kesimden yediği kazıkları, kendine özgü bir dille anlatır ve hayatının kısa bir özeti olan o öykü şu şekilde biter: "…Ben gene yazacaktım…Çalacaklar , gene yazacaktım…Yaşamak için değil , yazmayı sevdiğim için yazacaktım…"

Yediği tüm kazıklara rağmen 'yaşamak' için değil, 'yazmayı sevdiği' için yazmış pek çok Türk yazarının da sesi olmuştur aslında onun bu sözleri...

Absürd mizahın öncüsüydü

Mizahımıza kattığı onca yeniliğe rağmen ölümünün ardından hızla unutulan bu ilginç yazarı, epeyce çileli ve 10 yılımı alan uzun bir çalışmadan sonra biraz olsun gün ışığına çıkarmak için 1999'da "Bir Mizah Dehası Suavi Sualp" adlı biyografik inceleme kitabımı yayınlamıştım. Bu kitap sayesinde adı unutulmuş bu mizah dehasını en azından "mizahla ilişkili" insanlara anımsatmak istemiştim. Kitap, gereken ilgiyi görmedi ama beni asıl üzen, birileri bu "vefa" kitabını anlamsız tartışmaların içine çekmek istedi. Vefa duygusundan ne denli uzak insanlar olduğumuzu bu kitap yüzünden yaşadığım üzüntüler bana bir kez daha göstermiş oldu. Hayatı zaten şanssızlıklarla dolu Süalp ustanın, böylece kendisi için yazılmış kitabı da birileri sayesinde karambole gitmiş oldu!..

Geçen yılın sonlarında yitirdiğimiz bir başka büyük mizah ustası Sulhi Dölek "Çağımızın Nasreddin Hocasıydı" dediği Suavi Sualp için bakın ölümü ardından neler demişti: "Gülmece konusunda yaptığım bir çalışmaya şu sözlerini almıştım onun: 'İlle de toplumsal bir yara arayıp onun üstüne gitmeye gerek yok. Gülünç öğe varsa, eleştiri de onun içindedir, toplumsal sorun da...' Hiç bir zaman büyük mizahçı , vatan kurtaran aslan havalarına bürünmedi. Ama kendine özgü şaşırtıcı gülmecesiyle yeni bir şey başlatmıştı mizahımızda. Saçmanın mantığını en iyi işleyenlerdendi. Geçim motorunu döndürmeye çalışmaktan, yapmak istediklerinin çoğunu gerçekleştirememişti. Gerçek bir mizah emekçisiydi. Daha önemlisi, güleryüzlü, sıcak, içten, güzel bir insandı…"

Bir başka güçlü mizah ustası, gazeteci-yazar Yalçın Pekşen de şunları demişti onun ardından: "... Sualp'in gülmece anlayışını belli kalıplar içine sokmak pek olası ve doğru değil. Bilinen mizah kalıplarının hiçbirine girmeyen değişik bir çalışma yöntemi vardı ve Sualp'i büyükleştiren bu özgünlüğüydü. 'Saçma mizah' denen bir gülmece anlayışını ülkemizde ilk uygulayan ve yayan kişi idi Sualp. Öykülerinde mantık kurallarına pek aldırmaz, salt güldürmenin peşinde koşardı. Aslında bu yöntem güldürmeyi ön plana almayan 'okuyucu gülse de olur gülmese de, biraz düşünsün yeter' şeklindeki anlayışa göre çok daha değerlidir bence. Çünkü gülmece (adı üstünde) güldürmenin peşinde olmalıdır. Sualp de bu işin peşinde ve uğraşısında başarılı oldu. Yaptıkları içinde insanı güldürmeyen tek şey sanırım genç sayılabilecek bir yaşta aramızdan ayrılmasıdır."

Geçen yıl yitirdiğimiz bir başka büyük mizah ustası Oğuz Aral, Suavi Sualp'i "Karagöz"e benzetip bakın neler diyor onun için: "İkimiz de Üsküdar'lı idik… Orada doğduk , büyüdük… Suavi Üsküdar Halkevi'nde çok güzel Karagöz oynatırdı… Aslında Suavi yaşamı boyunca hep Karagöz'ü oynadı… Tam bir halk tipiydi… Her şeyi bildiğini sanan, ukalalara yani Hacivat'lara hiç tahammülü yoktu… Sözcüklere çabuk çağrışım yapan, en ciddi söze hemen kulp takan zekası ile, uyaklı sözleri ile hep bu Hacivat'lara karşı sevimli Karagöz'ü oynadı…"

Doğaçlama ustasıydı...
Oğuz Aral, Gırgır'ı 1972'de çıkardığında ortalığı kasıp kavuran "tek kişilik" bir mizah dergisi vardı. Bir kişinin tek başına yazıp-çizdiği absürd çizgi romanlardan oluşan bu 16 sayfalık derginin adı: "Salata", derginin yazarı-çizeri de; Suavi Sualp'ti... Oğuz Aral, bir süre sonra en büyük rakibi olan "Salata"yı, bu derginin tek elemanı olan Suavi Sualp'i transfer ederek çökertmişti.
Bakın Oğuz Aral, o günleri ve bu ilginç yazarın yazma şeklini nasıl anlatıyor: "...Kendisine Gırgır'da birlikte çalışmayı teklif ettim. Kapaktan manşet verdik; "Suavi Süalp Gırgır'da" diye. Ama ondan sonra Suavi'yi koydunsa bul yerinde. Bekle bekle Suavi gelmez. Neden sonra kapıda o güleç yüzüyle gözüktü: 'Oğuz geç kaldım ama öyle espriler buldum ki, gülmekten kırılacaksın' dedi. Ceplerini karıştırmaya başladı. Anladığım kadarıyla esprileri yazdığı kağıtları arıyordu. Paralar filan çıktı cebinden. Neden sonra pantolonunun çakmak konulan cebinden küçük bir kağıt buldu. Başladı bana okumaya; 'Seçme saçmalar... Senin de çekilecek bir tarafın kalmadı… İmza: Halat" deyip gülmeye başladı... Okumaya devam etti. "Kiralık ilanlar…Haberler…Anketler… Küçük ilanlar…' Okudukça okuyordu. Bir aralık düşündüm, bu kadar çok şey bu küçücük kağıda sığar mı diye. İmkansız sığmazdı. Elindeki kağıdı aniden çekip aldım… Bir de gördüm ki elimdeki kağıt bomboş değil mi?.. Suavi Süalp o kadar espriyi doğaçtan yapmıştı… Zaten mizahı bu idi… Onları yaz dedim… Aynı güzellikte yazamadı… Espriyi o an doğaçtan yapmıştı çünkü… Oturup bir masaya espri üretecek , bunun için uğraşacak biri değildi… Espriyi her an, konuşurken yapan bir tarzı vardı. ... Mizaha "Saçma"yı sokması en önemli yanı idi… Yerinden hiç sarsılmaz gibi görünen kalıp sözleri sonu bir uyakla biten bir cümle ile abuk sabuk bir hale sokmak , Suavi'nin mizahımıza soktuğu bir üslup idi… Ve sonraki kuşağa kalacak en önemli yanı bu "Üslup"tur… Şimdi frenklerin yapmaya çalıştığı "Absürd mizah" gibi bir tarzı Suavi yıllar önce getirmişti…"

Oğuz Aral'ın dediği gibi, Suavi usta 1954'lerde Tef mizah dergisinde yazmaya başladığı yazılarla 'Absürd' mizahı ülkemizde uygulayan ilk mizah yazarı olmuştu. Geride pek çok tiyatro oyunu, film senaryosu, üç kitap, binlerce yazı, çizi bıraktı... Onun dönemine dek var olan mizah öykülerini, mizah yazısı formuna sokmuş, öykü tadı veren mizah yazılarını daha da kısaltarak 'Seçme Saçma Sözler' kıvamına kadar indirmişti. Doğaçlama bir yazardı ve o yüzden daktilosunu hep yanında taşırdı. Hiç kalem kullanmaz, aklına gelenleri hemen direkt olarak daktiloya yazardı. Bu yüzden arkadaşlarıyla meyhaneye gittiğinde bile, daktilosu hemen yanında durur, aklına bir şey geldi mi, daktiloyu kucağına alıp başlardı daktilosunu tıkırdatmaya...

Çocuk yaşta yazı ve çizgileriyle tanıştığım, mizahı sevmemde ve mizahçı olmamda büyük katkıları olan, adı şimdilerde tamamen unutulmuş olan bu özgün ve benzersiz mizah dehasını ölümünün 25. yılında sevgi ve özlemle anıyorum...
(CİHAN DEMİRCİ- BU YAZININ KISALTILMIŞ HALİ 14 NİSAN 2006 CUMA TARİHLİ CUMHURİYET GAZETESİNİN 14. SAYFASINDA YAYINLANDI...)

Hiç yorum yok: