29 Aralık 2006

DAMDAKİ MİZAHÇI
AKIL SAĞLIKLI
YILLAR DİLER!
MERHUM 2006'YA...

Şöyle anamızı da alıp gidemeden,

İki koyun bile güdemeden,

Balyozla bir cam kıramadan,

Her dakika dayılanıp duramadan,

Yimpaş deyip de yiyemeden,

Yan gelip de yatamadan,

Dinbazlıkla atamadan,

Yasaları yasamadan,

Apronda deve kesemeden,

Testis filmi göremeden,

Sataşmadan duramadan,

Yobazlığa doyamadan,

GEÇİP GİTTİ BİR YIL DAHA!..

C.D.

… Veee işte sonunda, KOYUNLA-HİNDİNİN GEYİK YAPACAĞI BİR YIL ÇATTI GELDİ…

EY 2007, SEN DE YEDİN BİTİRDİN BİZİ” demeyeceğimiz, Çankaya’lara gelmeyeceğimiz, Akla ziyandan biraz olsun uzak, Ne süper, ne ultra, ne de mega, BİRAZ DA ŞÖYLE NORMAL BİR YIL DİLEĞİYLE…

DAMDAKİ MİZAHÇINIZ CİHAN DEMİRCİ

2006'NIN GİDERAYAK
FOTOĞRAFINI ÇEKTİK!

"Damdaki Mizahçı" blogu, 12 Mart 2006'da başlamıştı yayınına... O günden beri bu blogta onlarca fotoğraf kullandık. 2006'nin son anlarını yaşadığı şu günlerde, elimizi daldırdık dijital arşivimizeee... 2006 yılı için bir fotoğraf dileyip çektik, aha bu fotoğraf çıktı şansa!.. Biraz karanlık çıktı ama olsun, zaten 2006'da epeyce "KARANLIK" bir yıldır TÜRKİYE için... Yobazlığın dibine vurulan bir yıla en çok yakışan poz bu olsa gerek dedik, üstelik 4 olan kadın hakkı, 5'e çıkmış çaktırmadan!.. Çek Hacı emmi çeeeeek!.. Bundan daha karanlık bir poz bulamazsıııın!..

28 Aralık 2006

DAMDAKİ MİZAHÇI'NIN
İZMİR GÜNLÜĞÜNDEN...
"DAMDAKİ MİZAHÇI" için pek de hareketli geçemeyen 2006 yılının son etkinlik yolculuğu İzmir damlarına oldu malumunuz. Bir panel ve imza günü için gittiğim İzmir'de dostlarla buluşmanın keyfini yaşadım bir kez daha... İşte Aralık sonlarındaki İzmir günlerimden bir kaç enstantane...
BULUŞMA NOKTASI:
SERVET'İN YERİ
İzmir'de son yıllarda en sevdiğim mekanlardan biridir Servet'in Yeri... Giderek ünlü Topçu'nun yerini almaya başlayan bu mekan, bir kaç yıl öncesine kadar Bilal İnci abimizin de yeriydi. Çöp şişin, rakının ve muhabbetin dibine vurulan bu güzel mekandan bir akşam üstü rakısı anı... 24 Aralık Pazar günü...Soldan sırasıyla; Hasan Efe, bendeniz, Ercan Günaydın, Aydoğan Yavaşlı ve genç içicilerimizden Doğukan Yavaşlı...
ÖDÜL TÖRENİNDEN BİR ANI...
İzmir'de çok seyrek görebildiğim, kaç yıl sonra yeniden karşılaştığım sevgili Sevdakar Çelik dostla, 24 Aralık Pazar günü katıldığım, Demiryolları konulu karikatür yarışmasının ödül töreninden bir anı... Bizim ortamızda duran, ilköğretim öğrencileri arasında yapılan bu yarışmada ödül alan arkadaşlarımızdan biri, işe bakın ki, soyadından şüphelenip sorduğumda çizer Sait Munzur'un kızı çıktı kendisi...:))
PANEL SONRASINDAN...

Damdaki Mizahçınız Cihan Demirci, İzmir'deki karikatür-edebiyat ilişkileri panelinin hemen sonrasında sevgili İlknur öğretmen ve kültür-sanat etkinliklerini fazla yaptığı için son zamanlarda eleştirilen (!) Konak belediye başkanı Muzaffer Tunçağ'la...

İŞTE İZMİR'E EN YAKIŞAN APARTMAN!

İşteee... İşte gözünü sevdiğimin gavur (!) İzmir'ine en yakışan apartman adı!.. Aydoğan Yavaşlı'yla Karşıyaka çarşısında dolaşırken, birden karşımıza çıkan bu apartman bir zamanlar epeyce içen bir yazar dostumuzu da ağırlamış. İzmir bu kardeşim, apartmanının adı bile içmeye itiyor insanı, gel de şu apartmana bakıp bir-iki duble içme şimdi!..

ALSANCAK'TA BİR KAHVE MOLASI...

Alsancak'taki Can Yücel sokağında bulunan sevimli bir kahvede soluklanma anı... Tarih: 25 Aralık Pazartesi... En solda Miko'nun işletmecisi Cenap, hemen yanında Konak belediyesinin eski ama "unutulmaz" kültür müdürü Salim Çetin (onun kıymetini şimdilerde daha iyi anlıyoruz!) Ortada bendeniz, yanımda sevgili can dost Handan Gökçek ve onun yanında Ankara'dan konuk şair Mahzun M. Doğan (O da benim gibi İzmir'den hemen dönemeyenlerden!)

YAVAŞLI RESTORANDA

KEYİFLİ BİR GECE!

İşte muhabbetin rakıyla ve dostlukla demlendiği bir İzmir gecesi daha... Yavaşlı Restoran, tüm sıcaklığı ve içtenliğiyle Bostanlı'da kapılarını açtı 25 Aralık Pazartesi gecesi yakın dostlarına... Sevgili Aydoğan ve Melahat Yavaşlı'nın sofrasında, Almanya'dan can dostumuz, sevgili ağabeyim Habib Bektaş ve eşi Müjgan ablaya o gece bir başka can aile, Günaydın ailesi eşlik ettiler... Ercan, Meltem ve sevgili Cansu'nun yer aldığı bu fotoğrafı genç içici arkadaşımız Doğukan Yavaşlı çekti. (Bu fotoğraf sonrasında makineyi sofradaki bir mezeye düşürdüğüm için artık çekilen her pozun yanında rakı istemeye başladı bizim dijital yumurcak!)

KARİKATÜR-EDEBİYAT İLİŞKİSİ
İZMİR’DE TARTIŞILDI
23 Aralık'ta İzmir'de gerçekleşen iki ayrı panelde, karikatürle edebiyat arasındaki yakınlık ve uzaklık konuşuldu.

İlk panelin konuşmacıları, soldan sağa; İ.Mert Başat, Metin Üstündağ, panel yöneticisi Hamdi Topçu, M.Mahzun Doğan ve Seçkin Aydın.

23 Aralık Cumartesi günü, “Karikatürün Edebiyatı, Edebiyatın Karikatürü” başlıklı panelde konuşmacı olarak, İzmir Konak Belediyesi’nin Alsancak Kültür Merkezindeydim. 8 ay sonra bir etkinlik için İzmir'de olmanın heyecanı, sabah yaşadığımız bir otel şokuna rağmen güzeldi... Bugüne dek yeterince konuşulmamış, üzerinde pek de durulmamış bir konu üzerinde, aynı gün içersinde, ikişer saatten, üst üste iki panel yapmak, bu anlamda sınır tanımayan sevgili İzmir’e yakışırdı zaten. Şu İzmir’e herşey yakışıyor, belki de o yüzden çok seviyorum İzmir’i. Oysa en ufak bir yanlış bile İstanbul’a hiç yakışmaz, zira acımasızdır İstanbul, en ufak bir hatada harcar, silkeler atar üzerinden insanı…

13.15 civarında başlayan ilk panelde; Dr. Seçkin Aydın, İsmail Mert Başat, M. Mahzun Doğan ve Metin Üstündağ konuşmacıydılar. Hamdi Topçu’nun yönetimindeki bu ilk panelde ben izleyiciler arasındaydım. Doğrusu saat İzmir için epeyce erkendi, Cumartesi günüydü, yıl sonuydu ve salon yarıdan fazla doluydu. Sonra ilerleyen saatlerde daha da doldu. Farklı dünyalardan olan konuşmacılara ayrılan zamanın, panelin yöneticisine ayrılan zamandan az olması önemli bir sorun olarak göründü. Bu tür panellerde, yöneticilik yapanların, söz hakkını idare etmenin ötesine geçip de, gizli bir konuşmacı gibi sözü uzatması insanı hem konudan kopartıyor, hem de oraya çağrılan konuşmacılara da biraz ayıp oluyor zannımca.

İkinci panelin konuşmacıları, soldan sağa; Hasan Efe, Turgut Çeviker, panel yöneticisi Namık Kuyumcu, Altay Öktem ve bendeniz Cihan Demirci

İkinci panel 15.30 civarında başladı. Bu paneli Namık Kuyumcu arkadaşımız yönetti. Konuşmacılar; Turgut Çeviker, Hasan Efe, Altay Öktem ve bendeniz Cihan Demirci idik. İlk sözü ben aldım ve karikatür ve edebiyatla dolu bir çocukluktan yola çıkarak, karikatürle edebiyatın ülkemizde sağlıklı olmayan ilişkisine, bana ayrılan 10 dakikalık kısacık süre içersinde değinmeye çalıştım. Ancak aldığım notlara bile giremeden, karikatürün şiirle ve kısa öykü ile olan yakınlığından, romana olan uzaklığından yeterince bahsemeden sözü bir sonraki konuşmacıya devrettim...

Söz Turgut Çeviker’e geldiğinde, Çeviker panelin adının yanlış olduğundan başladı söze. Gerçekten de “Karikatürün Edebiyatı, Edebiyatın Karikatürü” başlığı bana da pek doğru gelmemişti. Turgut Çeviker’le aramızda ender görülen bir durumdu bu üstelik. Baştan bildirilen “Karikatür Edebiyat İlişkisi” başlığı sanki bu paneli daha geniş bir açılıma taşırdı. Neyse, bunlar ayrıntı tabii… Asıl ilginç olan, biz Turgut Çeviker’le anımsadığım kadar en son olarak bundan 10 yıl önce bir panelde yan yana gelmiş, o günlerden beri, çeşitli konularda sıkı kavgalara-atışmalara-tartışmalara girmiş iki insandık. Beni yeterince tanımadığı, hakkımda yazdığı her yazıdan belli olan, bugüne dek yeterince bir türlü konuşamadığım, “Karikatür tarihçisi” Turgut Çeviker, geçmiş yıllara göre çok daha sakin çok daha uysal geldi bana. Bir-iki ufak dokundurmadan sonra, karikatür tarihine olan merakı yüzünden, bu yaşa dek evlenip bir yuva kurmaya bile zaman bulamadığından yakındı ki, salondaki ağır hava bu sözlerle bir anda dağılarak, yüzleri bir gülümseme aldı.

İkinci panelden bir detay, Altay Öktem ve Damdaki Mizahçınız... (Fotoğraflar: Aydoğan Yavaşlı)

Hasan Efe ve Altay Öktem’in kendi pencerelerinden yaptıkları değerlendirmelerden sonra sorulara geçildi ve panelimiz 2 saatin sonunda noktalandı. Böylece aynı konuda, iki ayrı panel toplam 4 saat kadar sürdü. Finalde söz alarak, “DİYOJEN” dergisinin çıkış tarihindeki farklı tarih kargaşasını burada çözebilir miyiz” dedim Turgut Çeviker’e, çünkü konuşma yaptığımız tarih, ilk mizah dergimiz DİYOJEN’in çıktığı 23 Aralık tarihiydi. (öyle mi acaba?) Turgut Çeviker, bu konuda net bir tarih vermekten çok, takvim farkı nedeniyle tarih kaymasından söz etti. Bu konuda önümüzdeki günlerde ayrıntılı bir yazı yazacağım doğrusu.

Karikatürün şiirle olan yakınlığı

İki panelin sonunda, tüm konuşmacılardaki bence en önemli ortak nokta, karikatüre en yakın edebiyat türünün "şiir" olduğunda sağlanan birleşmeydi. Gerçekten de karikatürün edebiyattaki en yakın akrabası bence de şiirdi. Kısa öykü de bir başka önemli yakın akrabaydı kanımca... Tüm eksikliklerine, yanlışlarına, kimseyi tatmin etmeyen yanlarına rağmen İzmir gene güzel bir etkinliğe öncülük yaptı açıkçası. Sonuçta, bugüne dek yeterince ele alınmamış bir konuda belki de ilk adımlardan biri atıldı. Ancak üzülerek de olsa, bir şeye daha değinmek istiyorum. Çünkü bendeniz, belediyelerin yaptığı etkinliklerde yazar-çizerin düştüğü durum üzerine daha bir kaç ay önce yazılar yazmış biriyim. Geçmişte pek çok güzelim etkinliğine katıldığım Konak Belediyesi "Kültür-Sanat" bölümü olarak bu panel organizasyonundan geçer not alamadı. Metin Üstündağ ve Altay Öktem’le Cumartesi gecesi, bir gece konaklamak için götürüldüğümüz “Şimal Oteli”ni sadece Konak Belediyesine değil, İzmir’e de yakıştıramadık doğrusu. Üstelik son 10 yılda, İzmir’e sayısız kez gelip, onlarca değişik otelde kalmış biri olarak ben böylesi bir oteli (!) hiç görmemiştim. Biz üç meslektaş o geceyi kendi imkanlarımızla başka bir otelde noktaladık bu yüzden, yaptığı işe saygı duyan bir yazar-çizer olarak bu tatsız notu da üzülerek eklemek zorundaydım…

23 Aralık 2006 Cumartesi günü İzmir-Alsancak Kültür Merkezi'nde gerçekleşen aynı konudaki iki ayrı panelin tüm konuşmacıları, etkinliğin sonunda toplu hatıra için birarada görülüyor. Bizlere bu fotoğrafta, en sağda ayakta duran Konak Belediye başkanı, sevgili Muzaffer Tunçağ da eşlik ediyor. (Panele gelme inceliği için de teşekkür ederiz.)

-------------------------------------------------------

YAKIN KİTABEVİNDE
İMZA GÜNÜ
Alsancak Kültür Merkezindeki paneller sonrasında, özlemini çektiğimiz İzmirli dostlarla yeterince sohbet bile edemeden Alsancak Kıbrıs Şehitleri Caddesi üzerinde bulunan YAKIN KİTABEVİ'nde aldık soluğu. Yakın Kitabevinden sevgili Levent dostumuzun mekanında, Altay Öktem'le birlikte imzaladık kitaplarımızı. İmza gününde de beni yalnız bırakmayan İzmirli dostlardan; İlknur, Savaş Ünlü ve Mustafa Yıldız, hemen arkamda görülüyorlar. Bu arada bu fotoğrafta görülemeyen, İzmir'deki her etkinliğimize adeta koşturarak gelen sevgili Handan ve Kemal arkadaşlarıma da özel bir teşekkür...
Gene Yakın Kitabevindeki imza günümüzde, bu panellerin mimarı, şair Fergun Özelli arkadaşımız Altay Öktem'le birlikte arkamda görülüyorlar...

-----------------------------------------------------

MİKO'DA ANASONU
BOL BİR GECE!

23 Aralık Cumartesi gecesinin finalini MİKO'da yaptık. İzmir'de bu tip etkinliklerin son zamanlardaki değişmez sponsorlarından olan, Cenap beyin işletmesindeki Miko cafe-bar-restorandan da iki fotoğraf anısı düştü "Damdaki Mizahçı" blogunun sayfasına...

Miko'da noktalanan gecede, İzmirli dostlar ve panelist arkadaşlarla birlikte...

22 Aralık 2006

DAMDAKİ MİZAHÇI 23 ARALIK'TA İZMİR'DE...

İzmir'de panel: Karikatür-edebiyat ilişkisi

Karikatür-Edebiyet ilişkisinin ele alınacağı yılın son paneline konuşmacı olarak katılacak, böylece epeydir gidemediğim İzmir'le ve İzmirli dostlarla hasret gidermiş olacağım...

İzmir Konak Belediyesi, Türkiye Yazarlar Sendikası işbirliğiyle düzenlenen “Edebiyatın Karikatürü / Karikatürün Edebiyatı” başlıklı iki panelde karikatür-edebiyat ilişkileri, karikatürün edebiyata olan yakınlığı ve uzaklığı ile aynı şekilde edebiyatın karikatüre yakınlığı-uzaklığı tartışılacak, konuşulacak...

23 Aralık Cumartesi günü, saat 13’te Alsancak'ta bulunan Konak Belediyesi Kültür Merkezi'nin Benal Nevzat Salonunda başlayacak olan panel iki oturum olarak gerçekleşecek.

Saat 13’teki ilk oturumda; Metin Üstündağ, Dr. Seçkin Aydın, İ. Mert Başat, M.Mahzun Doğan söz alacak. 15’te başlayacak ikinci oturuma ise; Hasan Efe, Cihan Demirci, Altay Öktem ve Turgut Çeviker konuşmacı olarak katılacaklar.

20 Aralık 2006

Benim fabrikatörümün
gönlü zengindi
Adı: HULUSİ!..

“DAMDAKİ MİZAHÇI” Cihan Demirci, çocuk yaşta tanıma fırsatı da bulduğu, unutulmaz bir “Yeşilçam” sakinini, sevgili Hulusi Kentmen ustayı, ölümünün 13. yılında özlemle anıyor…
Damdaki Mizahçı'nın çizgileriyle Hulusi Baba...
Cihan Demirci
20 Aralık 1993’te ayrılmıştı aramızdan... O gün, bugündür tadı kalmadı ülkedeki fabrikatörlerin, hakimlerin, polislerin, babaların, dedelerin… Sanki onunla birlikte gitti tüm insancıl fabrikatörler, babacan hakimler, sevgi dolu polisler… O şimdi eski Türk filmlerinden bakıyor, pos bıyıkları ve o sımsıcak yüzüyle sadece bize… O, sevgili “Hulusi Baba”, o sevgili Hulusi Kentmen’di… 1911 yılında Bulgaristan’da Tırnova’da doğmuştu.(Bazı kaynaklarda 1912 diye de geçiyor.) Bulgaristan göçmenlerindendi. Sinemaya 1942 yılında, Çek asıllı yönetmen Adolf Korner’in “Sürtük” adlı filmde oynayarak adımını atmıştı. 1942’den 1988’ e dek tam 46 yıl boyunca sayısız filmde oynadı. Geride öyle onlarca değil, yüzlerce film bırakarak, 1993 yılının 20 Aralık tarihinde 82 yaşında ayrıldı aramızdan…
Yıllar önce yayınladığım ilk şiir kitabım “Çıkışlar Arka Kapıdan”da Yeşilçam’a bir saygı duruşu şeklinde yer alan “Sine-i maskop” adlı şiirimde onu da anmış şöyle tanımlamıştım orada:
Benim fabrikatörümün gönlü zengindi, Adı: Hulusi…

2005 yılında yayınladığım, çocukluk anılarımdan oluşan “Ben Büyüyünce de Çocuk Olucam” adlı kitabımda en sevdiğim bölümlerinden biridir; “Murat Amca Aile Sineması” Çocuk yaşta içime düşen sinema tutkuma büyük katkısı olan, aile dostumuz ‘Murat Amca’yla birlikte çocukluğumun Yeşilçamı da yer alır bu bölümde. Orada Hulusi Kentmen’i anlattığım bir bölüm de vardır... 13. Ölüm yıldönümünde, sevgili Hulusi Kentmen’i anarken, o bölümü de paylaşmak istedim “Damdaki Mizahçı” dostlarıyla…

Hulusi Kentmen’le tanışmanın keyfi

Babamın tıpkı Murat amca gibi gene Karasu’dan kalma bir de albay arkadaşı vardı... Çok renkli bir insan, dünya tatlısı bir adamdı Hüseyin amca... O ve eşi Semahat teyze, çocuk yaşta hayranı olduğum bir başka büyük oyuncunun, Hulusi Kentmen’in aile dostuydu...

Ve 70’li yıllarda, çocukluğumun unutulmaz bir gecesinde Hüseyin amcalarla birlikte, annem, babam ve ben, Hulusi Kentmen’in Beylerbeyi’ndeki evine misafirliğe gittik...

Murat amcanın duvarına düşen bir görüntünün daha canlanmasına tanık olacağım için çocukça bir heyecanla tir tir titriyordum ben o gece...

Kapı açıldığında tıpkı, o filmlerdeki gibi pos bıyıklı, babacan, yufka yürekli ve sevimli bir fabrikatör duruyordu karşımızda... Heyecanla sarılmıştım ona ama gene de temkinliydim, ne de olsa otoriter bir fabrikatördü Hulusi amca... O anda içime sonradan şiire dönüşecek şu cümle düşmüştü: “Benim fabrikatörümün gönlü zengindi, adı Hulusi...”

Hulusi amca çok doğal ve samimi bir insandı. Evinin pek çok yerinde oğlunun resimleri duruyordu. “O benim tek oğlum, aslanım o benim” deyip resimlerini okşuyordu. Pekiiiii, ya Tarık Akan, ya Kadir İnanır... Yoksa onlar Hulusi babanın oğulları değil miydiler?.. Ya kızları Filiz Akın, Gülşen Bubikoğlu?.. Kafam filmlerle, gerçek yaşam arasında karışıp kalmıştı sanki... Salonun kapısının her açılışında içeri şımarık oğlu Tarık girecek zannediyor ama girenin çay taşıyan eşi olduğunu görüyordum...

O koskoca fabrikatör ne kadar da içten ve candan bir Hulusi amcaymış meğer... Vay be, beyaz perde, ya da ah şu Murat amcanın beyaz duvarı!..

Hulusi baba, sıkı bir denizciydi laf aramızda... Evinin her tarafı oyunculuğundan çok denizciliğini hatırlatacak görüntülerle doluydu... Şehir Hatları vapurlarına bindiği zamanlar, kaptan köşkünde yolculuk yaptığından bahsetmişti. Sonraları bir süre, her vapura binişimde, hemen en üst kata çıkıp, kaptan köşkünde gözlerim onu arar olmuştu hep...

O gece eve döndüğümüzde sabaha dek uyku tutmamıştı beni... “Keşke şu ülkedeki bütün fabrikatörler böylesine sevgi dolu olsaydı” diye düşüncelere dalmıştım yatakta...

18 Aralık 2006

2006 YILININ
DAMDAN DÜŞENLERİ
BELLİ OLDU!
“DAMDAKİ MİZAHÇI” blogunun düzenlediği “2006 YILININ DAMDAN DÜŞENLERİ” yarışması sonuçlandı. Onlar bir yıl boyunca bizi canımızdan bezdirip, bıktıran, üzen, kızdıran, yıpratan, strese sokan isimler, kurumlar, olaylar, sözler… Onlar yılın damdan düşenleri!..

İŞTE 2006 YILININ DAMDAN DÜŞENLERİ:
15 Aralık Cuma gecesi, 12’ye dek oy kullanılan anketimize toplam 68 kişi mailleriyle katıldı. Verilen oyları topladığımızda 23 dalda, aşağıdaki sonuçlar çıktı ortaya…
1- YILIN DAMDAN DÜŞEN PARTİ LİDERİ: TAYYİP ERDOĞAN
(Açık farkla kazandı, rakipsizdi ne de olsa! Toplamda 4 ödül aldı bu arada!)
2- YILIN DAMDAN DÜŞEN BAKANI: KEMAL UNAKITAN VE HÜSEYİN ÇELİK
(Eşit oy aldılar, yıl boyunca yaptıkları icraatlarla birlikte kolkola düştüler damdan!)
3- YILIN DAMDAN DÜŞEN PARTİSİ: AKP
(İktidar burada da ezici bir farkla iktidar!)
4- YILIN DAMDAN DÜŞEN KURUMU: KIZILAY
(Başbakana verdiği ödülle(!) damdan düşüp ödül almış oldu bu yılların kurumu! Hemen ardından TRT ile Millet Meclisi, ve onların ardından da Özelleştirme İdaresi geldiler.)
5- YILIN DAMDAN DÜŞEN KÖŞE YAZARI: REHA MUHTAR
(Malum şahıs hala gözde, oysa biz onu çoktan çaptan düştü zannediyorduk ama bu yıl da Gülşen'iyle birlikte damdan düşmüş meğerse!.. Onu izleyen isim ise yılın porno kaset vakacılarından Ali Kırca oldu bu arada. Yani iki "enkırmen" bir damda buluştular!)
6- YILIN DAMDAN DÜŞEN KAZA-TECİSİ: SEDA SAYAN!
(Ne alakası var demeyin, bir gazete onu kaza eseri kaza-teci yapmıştı, blog dostları bu durumu ıskalamamış, hemen ardından Ayşe Arman ile Ahmet Hakan sıralandılar!)
7- YILIN DAMDAN DÜŞEN TV ÜNLÜSÜ: AJDAR
(Kaynana Semra ile Tülin-Caner ikilisi, Banu- Ahu ve akla ziyan ekürileri gibi isimleri sollamayı başardı!)
8- YILIN DAMDAN DÜŞEN TV PROGRAMI: SABAH SABAH SEDA SAYAN
(Bu onun ikinci ödülü oldu ama bu kez doğru dalda aldı ödülü! Hemen ardından genel olarak sabah kuşağı kadın programları ikinci oldu, üçüncülüğü de Kuşum Aydın'ın programı aldı!)
9- YILIN DAMDAN DÜŞEN TV DİZİSİ: ALİYE VE KURTLAR VADİSİ
(Pek çok yarışmada ilk iki sırayı alacak bu iki dizi bizden Damdan Düşenler ödülü alabildiler. İşte Damdaki Mizahçı blogunu izleyenlerin farkı da burada zaten!)
10- YILIN DAMDAN DÜŞEN REKLAM ÜNLÜSÜ: HÜLYA AVŞAR
(Reklamını yapmakta açık ara birinci, onu uzaktan Pınar Altuğ ve reklam aşkı izlediler!)
11- YILIN DAMDAN DÜŞEN HORTUMU: YİMPAŞ VURGUNU
(Acaristanbul’u az farkla geçerek damda ipi göğüsledi!)
12- YILIN DAMDAN DÜŞEN HORTUMCUSU: ALİ DİBO
(AKP’nin Hatay vurgunu diğer acar ve tarikatçı hortumcuları az farkla solladı!)
13- YILIN DAMDAN DÜŞEN ŞARKICISI: SERAY SEVER-AJDAR
(Bu ikili ödülü paylaştı. Ajdar böylece ikinci ödülünü aldı. Aslında onu şarkıcı olarak nitelemek de ayrı trajedi, ayrı bir ödül vaziyeti tabii ki! Bu ikilinin hemen ardından “Allah belanı versin” adlı rezil şarkısıyla İsmail YK adlı şarkıcı (!) üçüncü oldu!)
14- YILIN DAMDAN DÜŞEN SPORCUSU: HALUK ULUSOY
(Bu ödül çok ilginç bir şekilde sporcuya değil spor adamına(!) gitti! Bizde şaşırdık ama acı gerçek bu!.. İkinci sırada da şaşırtıcı olarak bir hakem var, o da; Kuddusi Müftüoğlu!)
15- YILIN DAMDAN DÜŞEN SKANDALI: ACAR-İSTANBUL REZALETİ (Skandal çok olunca seçmesi de zor olmuş, çok az bir burun farkıyla Acar ailesinin talanı birinci oldu ama ardından sıralananlar sayfalara sığmaz valla!..)

16- YILIN DAMDAN DÜŞEN SANATÇISI: MEHMET ALİ ERBİL (Yılların şovmeni sonunda pantolonu da indirip bu ödülü de kaptı, ardından Pınar Altuğ ve çıtır aşkı (!) burada da ikincilikle yetindi!)

17- YILIN DAMDAN DÜŞEN SİNEMA FİLMİ: KELOĞLAN KARA PRENSE KARŞI (Animasyonları esprilerinden de felaket olan içler acısı bir komedi filmi açık arayla birinci oldu, onu uzaktan izleyen film ise; Hababam Sınıfı Üçbuçuk adlı film oldu ne yazık ki!)
18- YILIN DAMDAN DÜŞEN HABERİ: TAYYİP ERDOĞAN’IN HER KONUŞMASI!
(Pek çok haberin toplamı gibi bir ödül oldu. Bu Sn.Başbakan’ın ikinci ödülü)
19- YILIN DAMDAN DÜŞEN LAFI: “ANANI AL DA GİT!”
(Fazla söze gerek var mı? Yıllarca unutulmayacak bu söz. Başbakan üçüncü kez ödüllendi!)
20- YILIN DAMDAN DÜŞEN GAFI: “ASKERLİK YAN GELİP YATMA YERİ DEĞİLDİR!
(İşte başbakandan bir acı vecize daha! Bu laf yılın gafı, açık farkla hem de! Başbakana dördüncü ödülü getirdi. Bu yıl damdan düşmeye doymayan bir başbakanla karşı karşıyayız!)
21- YILIN DAMDAN DÜŞEN BELEDİYE BAŞKANI: KADİR TOPBAŞ
(Gene açık arayla birinci bir başkan, İstanbullu olarak hak ettiği ödülü aldı diyebilirim, ikinciliği Melih Gökçek aldı bu arada)
22- YILIN DAMDAN DÜŞEN ÖZEL ÖDÜLÜ: ATİLLA KOÇ
(Özel ödül, özel bir bakana gitti, uyurken damdan düşen birine, AKP elinde sapır sapır dökülen TRT bu dalda ikinci oldu, üçüncü ise çok ilginç bir isim: BALYOZ! Evet hani şu başbakanı kurtaran (!) balyoz üçüncülüğü aldı, aslında bence hakkı birincilikti!)
23- YILIN DAMDAN DÜŞEN ONUR ÖDÜLÜ: BÜLENT ARINÇ
(Damdan düşenlerin onur ödülü, sıkça yaptığı acayip çıkışlarla, meclis başkanı olduğunu unutup AKP’li davranışlar sergileyen bir kişiye gitti. Bu dalda ikinciliğe yaptığı darbeden pişmanlık duymadığını yıl içinde açıklayan Kenan Evren, üçüncülüğe de iki magazin ünlüsü Hülya Avşar ile Seda Sayan layık görüldüler!..)

KİTAP KAZANAN 10 TALİHLİ İSİM…
“YILIN DAMDAN DÜŞENLERİ”ne oy yollayanlar arasından ilk 10 kişi, yani bize mail yollamakta acele davranarak ilk 10 maile giren isimler Damdaki Mizahçınız Cihan Demirci’nin yeni kitabı “TÜRK’ÜN TÜRK’TEN BAŞKA DÜŞMANI YOKTUR”u kazandılar…İşte kitap kazanan 10 isim: 1- İlker Engin 2- Erhan Tığlı 3- Deniz Çalışkan 4- Sibel Ateş 5- Özgür Bardakoğlu 6- Yasemin Koray 7- İlhan Turgut Güreli 8- Ş.Cahit Tunaboyu 9- S.İpek Derman 10- Cenk Eren… Kitaplarınız bu hafta içinde ilettiğiniz adreslere postalanacaktır.
23 ayrı kategori gibi uzun bir seçime vakit ayırıp, mail atarak katılan tüm "DAMDAKİ MİZAHÇI" okurlarına, dostlarına müessesemiz çok teşekkür eder...

17 Aralık 2006

DAMDAKİ MİZAHÇI
YÜZYIL IŞIL
OKULLARINDAYDI…

Yüzyıl Işıl İlköğretim okulunun salonunda gerçekleşen söyleşinin sonunda öğrencilerin gördüğünüz fotoğrafını bendeniz çektim...

15 Aralık Cuma günü, ilk kez geçen yıl gittiğim Özel Yüzyıl Işıl Okullarındaydım. Okulda gerçekleşen ve 5 gün süren kitap fuarının son gün konuğu olarak, öğleden sonra biraraya geldim öğrenci arkadaşlarla. Etkinliğe büyük emeği geçen, daha önce çalıştığı Eyüboğlu Koleji’ne de onun döneminde gittiğim Türkçe öğretmeni sevgili Emel Erkan’ın çağrısıyla gerçekleşti bu güzel söyleşi. Söyleşimizin başlığı “Damdaki mizahçının gözüyle mizah”tı. İki ders süresine yayıldığı için de daha keyifli bir söyleşi oldu doğrusu. Öğrenci arkadaşlardan gelen ışıl ışıl sorularla karşılaştım okulun adına yakışır bir şekilde.

Bahçeköy’de bulunan bu okulun benim için özel bir anlamı daha vardı. Geçen yıl ilk kez gittiğimde hoş bir sürprizle karşılaşmıştım zira. 80’li yıllarda Güldürü Üretim Merkezi’nde çalıştığım o unutulmaz dönemde, aynı iş yerinde keyifli anlar paylaştığım, o dönemlerin “mizah yazarı” sevgili Erdem Seçmen, ilköğretim okulunun müdürü olarak çıkmıştı geçen yıl karşıma. (Yukardaki fotoğrafta birlikte görülüyoruz) Bu yıl da okula gider gitmez, yayıncım Mustafa Aksoy’la Erdem’i ziyaret etmek oldu ilk işimiz. Keşke sevgili Erdem gibi mizah duygusu gelişmiş, yazarlık deneyimi yaşamış müdürler, şu ülkede daha fazla olsa diye iç geçirerek çıktım doğrusu bu yıl da okuldan…

Fotoğrafta; okuldaki etkinliğe birlikte gittiğimiz Bulut Yayınları sahibi Mustafa Aksoy, etkinliğin mimarlarından Tarih öğretmeni ve Kütüphane sorumlusu Emel Erkan, okul müdürü Erdem Seçmen ve bendeniz, kitap standının önünde görülmekteyiz...

14 Aralık 2006

Sedat Simavi yazımıza
Deniz Som ses verdi

Deniz Som, 14 Aralık Perşembe 2006 tarihinde, Cumhuriyet gazetesindeki "Vaziyet" köşesinde, bir kaç önce bu blogta yayınlanan "SEDAT SİMAVİ" yazıma ses verdi.
İşte Deniz Som'un köşesine koyduğu yazı:
Sedat Simavi'nin adı silinip giderken
"TÜRKİYE Gazeteciler Cemiyeti, onun adına her yıl ödüller vermese, Sedat Simavi 'nin adı medyamızda hiç geçmeyecek" diyor, "Damdaki Mizahçı" arkadaşımız Cihan Demirci :
"11 Aralık, ölümünün 53. yılıydı, gene pek anımsayan çıkmadı. Oysa 57 yıllık ömrüne o kadar çok şey sığdırmıştı ki. Öncelikle bir karikatürcüydü o. 1921-1923 yılları arasında yayımladığı 'Güleryüz' adlı mizah dergisi, Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal 'i destekleyen tek mizah dergisiydi. 1917'de çektiği ilk konulu Türk filmlerinin kayıp olduğunu Mimar Sinan Üniversitesi'nde okurken öğrenmiştim. 1946'da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'ni kuran Sedat Simavi 1949'a kadar bu cemiyetin başkanlığını yapmış, sayısız dergiye, gazeteye yayıncı olarak imzasını attıktan sonra 1948'de Hürriyet'i çıkarmıştı. Bu büyük ustanın adı, 1980'lerde Uluslararası Sedat Simavi Karikatür Yarışması ile yeniden soluk alır olmuştu. 1994'e dek bu isimle süren yarışma, o yıldan sonra, Hürriyet'in yeni sahibi Aydın Doğan 'ın adına dönüştürüldü, böylece Türk karikatürüne emeği geçmiş bir isim yok sayıldı! Sedat Simavi ustanın adı, bugün kurucusu olduğu gazetenin logosunun altında kaymış bir yıldız gibi eğreti duruyor. Onun kurduğu Cemiyet de olmasa, adına verilen herhangi bir ödül kalmamış olacak."
--------------------------------------------------------------
Vahit Akça arkadaşımızın çizgileriyle, 11 Aralık Pazartesi gecesi "Ustalara Saygı" etkinliğinde andığımız büyük usta RIFAT ILGAZ. Bu portreyi özel olarak çizip, "DAMDAKİ MİZAHÇI" ya ileten sevgili Vahit'e teşekkürler...

12 Aralık 2006

RIFAT ILGAZ USTAYA
SAYGI GECESİ

11 Aralık Pazartesi akşamı “Ustalara Saygı” adıyla düzenlenen “RIFAT ILGAZ” etkinliğinde konuşmacıydım…
Türk edebiyatının çınarlarından biri olan Rıfat Ilgaz usta için Etiler’deki Akatlar Kültür Merkezi’nde düzenlenen özel gece, 11 Aralık Pazartesi akşamı, 19’da başladı. Yıllardır Dünya-Kitap ekini hazırlayan sevgili dostum Faruk Şüyün’ün düzenlediği “Ustalara Saygı” etkinlerinin 19.’suydu bu anlamlı gece. Gecenin ilk konuşmacısı ve uzun konuşanı, Rıfat Ilgaz’ın basın yaşamında büyük katkısı olan İlhan Selçuk’tu. İlhan Selçuk, bundan 50 yıl öncesine götürdü bizleri. 1956 yılında çıkardığı “Dolmuş” dergisinde takma adla “Hababam Sınıfı”nı yazmaya başlayan Rıfat Ilgaz’ın yazarlığıyla birlikte kişiliğindeki sağlam duruşunda altını çizdi. “Dergiye günün birinde getirdiği lise öğrencisi oğlu, şu an karşımda duran Aydın Ilgaz’dı ama o zaman saçları böyle beyaz değildi” dedi sözün bir yerinde.

Rıfat Ilgaz gecesinde konuşmamı yaparken.

Sonrasında Rıfat Ilgaz şiirleri dinledik ve sahnede sözü oldukça kısa ve öz bir konuşmayla, mizah duygusu güçlü bir edebiyatçı Tahsin Yücel aldı. Tahsin Yücel de şair Rıfat Ilgaz’a değindi, onun ne denli doğal ve yalın bir dile sahip olduğunu ifade ettikten sonra şöyle dedi: “Rıfat Ilgaz öykülerini, şiirlerini hep kendi sesiyle yazmış ve söylemiştir. Boşlukta konuşmayı sevmez. Yapıtları varla yok arası bir alay, incecik bir hüzünle örülüdür.” “Badem” müzik grubunun güzel şarkılarının ardından yılların oyuncusu Ahmet Gülhan vardı konuşmacı olarak sahnede. 1966 yılında, “Hababam Sınıfı” Ulvi Uraz Tiyatrosunda sahnelenirken “Güdük Necmi” rolünü üstlenen Ahmet Gülhan, oyunun sahnelenme macerasını anlattı. Rıfat Ilgaz’ın onun oynadığı role özel bir önem verdiğini çünkü Rıfat Ilgaz’ın “Güdük Necmi” tiplemesiyle kendisini yazdığı bilgisini aktardı bize. Hababam Sınıfı'nın filme aktarılması sırasında meydana gelen değişikliklerin Rıfat Ilgaz'ı hep üzdüğünü söyleyen Gülhan şöyle dedi: “Hababam Sınıfı sadece bir güldürü değil, bir başkaldırı romanıdır. Hababam Sınıfı, okula indirgenmiş Türkiye’deki sınıf bilincinin yansımasıdır...”

Rıfat Ilgaz’ın mizahı ve hüzün

Ruhi Su Dostlar korosunun eski üyelerinin güzelim türkülerinin sonuncusu olan "Ilgaz" türküsünü, henüz 9 yaşındaki sevgili Başak harika bir şekilde seslendirdi. Sonra söz sırası bendenize geldi. Mark Twain’in beni çok etkileyen, mizaha dair ezberimizi bozan bir sözünden yola çıkarak başladığım konuşmamda, mizahın asıl kaynağının neşeden çok hüzün olduğunun altını çizdim ve Rıfat Ilgaz’ın da neşeden değil, hüzünden beslenen bir mizah yaptığını vurguladım. Kalıcı, edebi ve gerçek bir mizah ürününde hüzün neşeyle at başı bir yarışta olmalıydı zira.

Rıfat Ilgaz’ın çeşitli yıllar içersinde mizah, edebiyat, mizahçılık üzerine söylediği sözleri aktararak, Aziz Nesin’le ikisinin ne denli dik duruşlu, gerçek aydınlar olduğunun altını çizdim. Rıfat Ilgaz’ın, mizahı küçümseyen edebiyat camiasınca fazlaca dikkate alınmamış olmaktan epeyce şikayetçi olduğunu bizzat onun sözleriyle aktardım konuklara. İlhan Selçuk, beş konuşmacı içersinde ülkenin geleceğine dair en iyimser konuşmacıydı. Ancak ben, bu noktada benden önce söz alan Ahmet Gülhan gibi, karamsar olduğumu belirttim. Ancak bu karamsarlığın bana itici güç verdiğini, mücadeleye inatla devam ettiğimi de ekledim sözlerime.

Konuşmamın sonunda da, salondaki konuklara “Bu ülke için hiçbir şey yapamıyorsak, Rıfat Ilgaz ustanın ‘Aydın mısın’ adlı o güzelim şiirinin sonunda dediği gibi ‘korkuluk’ olalım en azından dedim…

Rıfat Ilgaz gecesinde yaptığım konuşmadan fotoğraflar... (Sevgili Atay Sözer arkadaşıma , fotoğraflar için teşekkürlerimle...)

Aydın Ilgaz'ın duygulu konuşması

Gecenin son konuşmacısı Rıfat Ilgaz’ın en yakını, her şeyi olan oğlu Aydın Ilgaz’dı. Aydın Ilgaz da, bizleri çok duygulandıran, ses tellerinin sıkça titrediği, oldukça duygusal bir konuşma yaptı sevgili babası için. Babasının ne denli çileler, acılar çektiğini aktardı, birinci elden bir şahit olarak. Onun şiirlerinden örnekler okudu. 12 Eylül sonrasında bile, doğum yeri olan Cide'de nasıl acımasızca gözaltına alındığını anlattı. Gece Ilgaz ailesinin tam kadro sahneye çıkışıyla, kesilen pasta ve sonrasında verilen kokteylle noktalandı. Bu anlamlı gecede salonda yüzü aşkın duyarlı insan yer aldı. Karikatür ve mizah camiasından sevgili Mustafa Bilgin, Atay Sözer ve Vahit Akça arkadaşlarımız da bizi yalnız bırakmayan dostlardı...

Türk mizah edebiyatının çok önemli bir dönemine imzalarını çakmış, pek çok mizah dergisinde birlikte çalışmış iki büyük usta Rıfat Ilgaz ve Aziz Nesin'den kalma siyah beyaz bir anı...

11 Aralık 2006

Ölümünün 53. yılında,
adı sadece TGC Ödüllerinde
kalan öncü gazeteci,
karikatürcü, yayıncı
Sedat Simavi’yi anıyorum…

Sedat Simavi
sadece bir ödül adı mı?

(1896-1953)

CİHAN DEMİRCİ

11 Aralık 1953’te öldüğünde sadece 57 yaşındaymış Sedat Simavi… Ama 57 yıla o kadar çok şey sığdırmış ki. Öncelikle karikatürcü olarak çıkmış yola… O yüzden bambaşka bir anlamı daha var benim için. Henüz 20 yaşında bir delikanlı iken, 1916’da yayınladığı “Hande” mizah dergisi, onun yayıncılığa ilk adımı. 1917’de çektiği ilk konulu Türk Filmlerinin kayıp olduğunu MSÜ-Sinema TV bölümünde okuduğum yıllarda öğrenmiştim. Oysa, “Pençe” ve “Casus” adlı bu filmler sinemamızın ilk konulu filmleriydi. 1918’de "Diken" adlı mizah dergisini, 1919’da "İnci" adlı magazin dergisini çıkaran Sedat Simavi hiç durmamış. 1920’de günlük “Dersaadet” gazetesini çıkardıktan sonra, 1921’de, henüz 25 yaşındayken; Türk mizah ve karikatür tarihi açısından apayrı bir önemi olan “Güleryüz” mizah dergisini yayınlamış.

Güleryüz'ün önemi

1921-1923 yılları arasında 122 sayı yayınlanan Güleryüz, Kurtuluş savaşı sırasında Mustafa Kemal’i ve kurtuluş savaşını destekleyen tek mizah dergisi olmuş. Hatta bu yüzden 1922’de karşısında İstanbul hükümetini ve Osmanlıyı destekleyen “Aydede” dergisini bulmuş. İşbirlikçi Ali Kemal’lerin karşısında, bağımsızlık savaşına destek verme gibi müthiş bir onuru da yaşamış bu büyük usta. Bu yüzden "GÜLERYÜZ" dergisi, gözden kaçırılmaması gereken çok ama çok önemli bir dergi.

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte sayısız dergiye, gazeteye yayıncı ve yayın yönetmeni olarak imza atan Sedat Simavi, Güleryüz’ün yanı sıra 1921-1930 arasında; Hanım, Yeni İnci, Resimli Gazete, Yıldız, Arkadaş, Meraklı Gazete gibi pek çok yayına hayat verdikten sontra 1933’te çok güçlü bir kadroyla, haftalık “Yedigün” dergisini çıkarmış. 1946’da birkaç gazeteci arkadaşıyla Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ni (TGC) kuran Sedat Simavi 1949’a kadar bu cemiyetin başkanlığını yapmış.

Hürriyet’in kurucusu

1 Mayıs 1948’de çıkardığı “Hürriyet” gazetesi 58 yılı geride bırakarak yayın hayatını bugün de sürdürüyor. Sedat Simavi’nin 1 Mayıs 1948’de çıkardığı Hürriyet basında pek çok yeniliğe ve ilke imza atan bir gazete olmuştur. Fotoğraflı haberi öne çıkaran, rahat okunan, baskı kalitesi yüksek bir gazete yaratarak o dönemler tiraj patlaması yapan Hürriyet, Türk basınında çığır açmıştır. 1953’teki erken ölümü sonrası, gazete ve dergilerini uzun süre yaşatan iki oğlu Haldun Simavi (bugün 81 yaşında) ve Erol Simavi’nin (bugün 76 yaşında) ardı ardına medyadan çekilmesiyle adı sadece “Hürriyet’in kurucusu” olarak anımsanmaya başlayan Sedat Simavi adına 1977’de ailesi tarafından Sedat Simavi Vakfı kurulmuştu.

Mesleğe karikatürcü olarak başlayıp, mizah dergiciliği tarihimizde çok önemli izler bırakan; Güleryüz ve Diken gibi mizah dergilerini de çıkaran bu büyük ustanın adı, 1983’te yapılmaya başlanan “Uluslararası Sedat Simavi Karikatür Yarışması” ile yeniden soluk alır olmuştu sanki. Karikatür yarışması onun adına çok yakışmıştı, çünkü o bir karikatürcü ve karikatür dergisi yayıncısıydı. 1994’e dek bu isimle süren yarışma, o yıldan sonra, Hürriyet’in yeni sahibi Aydın Doğan’ın adına dönüştürüldü, böylece Türk karikatürüne ve dergiciliğine büyük emeği geçmiş, üstelik karikatürcü olan Sedat Simavi gibi anlamlı bir isim yok sayıldı! Oysa istense, başka bir yarışma yeni bir adla düzenlenebilirdi. Buna hiç gerek yoktu. Bakın bu yüzden ülkemizde mesleki alanda herhangi bir “gelenek” oluşamıyor. Çünkü her gelen, kendinden önceki yok sayıp, kendi adını kazıyor, sonra da Batılı kurum olmaktan, kök salmaktan bahsediliyor.

Sevgili Sedat Simavi ustanın adı, bugün kurucusu olduğu gazetenin logosunun altında kaymış bir yıldız gibi eğreti duruyor. Onun kurduğu Türkiye Gazeteciler Cemiyeti de olmasa, onun adına verilen herhangi bir ödül kalmamış olacak. Neyse ki, Gazeteciler Cemiyeti, tam 30 yıldır, pek çok dalda “Sedat Simavi Ödülleri” dağıtıyor. İşin ilginç ve güzel yanı, “Sedat Simavi Ödülleri”nde bu yıl “Gazetecilik” dalındaki ödülü bir karikatürcü, Milliyet çizeri, sevgili arkadaşım Ercan Akyol aldı. Sedat Simavi’nin son yıllarda hoyrat bir şekilde yıpratılmış ruhuna bir nebze teselli oldu belki de bu anlamlı ödül... Aynı ödül, edebiyat dalında ise, gene hak etmiş bir dosta, ilk editörüm, sevgili ağabeyim Tarık Dursun K.'ya verildi bu anlamlı ödül...

Lakin unutmayalım ki “Sedat Simavi” adı sadece bir ödül adı değildir. Sedat Simavi demek, Türk basını demektir. Gazetecilik, dergicilik, yayıncılık demektir. Yenilik, öncülük, dinamizm demektir. Onun adını da koruyarak, kendi adını yüceltecek medya patronlarını da bir gün görebilmek umuduyla, bu büyük yayın ustasını ölümünün 53. doğumununsa 110. yılında sevgiyle selamlıyorum…

Altını bir kez daha çizmek gerekiyor, Sedat Simavi ustanın söylediği o önemli cümlenin... Şimdilerde medyanın hepten unuttuğu, ya da hiç bilmediği o cümleyi anımsayalım bu yazının sonunda... Ne demişti sahi; "Kalemine daima efendi kal, uşak olmamaya gayret et, mecbur kalırsan kır, sakın satma."