17 Eylül 2007

DAMDAKİ MİZAHÇI'DAN
4 GÜNLÜK BİRŞEY...
Bu yazın tamamını İstanbul'un kavrulmuş damlarının üzerinde geçiren Damdaki Mizahçınız Cihan Demirci, hayatının hiçbir yazında bu denli bunalmamıştı işin doğrusu... Son olarak Haziran başlarında yapılan bir Samsun yolculuğundan sonra, arada günübirlik gidilen bir Büyükada ile (O da tatil için değil, söyleşi ve imza günü içindi yanlış anlamayın!) yaklaşık üç ayım İstanbul'dan ayrılmadan geçti... Nemden, boyun ve bel fıtığı ağrılarından geberdim diyebilirim... Son 15 yılımda bu kadar uzun süre İstanbul mahkumluğum hiç olmamıştı nerdeyse. Bu nedenle küçük de olsa bir kaç günlük bir tatil özlemiyle damlardan aşağı attım kendimi. Yazar arkadaşım Necati Güngör'le bir hafta olarak planladığımız tatil, onun Ayvalık'taki özel işleri nedeniyle çok daha kısa sürdü. 10 Eylül Pazartesi sabahı Necati Güngör'ün arabasıyla Kadıköy'den çıktık yola. Güzergahın klasik mola yeri Susurluk'ta mola vermezsek ayıp olurdu doğrusu. Akşam saatlerinde soluğu önce Ayvalık ve derken Cunda Adasında aldık. Geçen yaz bir söyleşi çağrısına gidemediğim Meryem hanımın "Hayat Bahçesi" adlı o sevimli mekanında atmaya çalıştık yol yorgunluğumuzu... Salı günü önce Ayvalığı dolaştık ve akşam üstü oradan Dikili'ye geçtik. Necati Güngör işlerini halledemediği için Ayvalığa geri döndü bense Cuma'ya dek son bir yılda üçüncü kez gittiğim Dikili'de kaldım... Derken Dikili'de karşıma sevgili emekli öğretmen-yazar dostum Ali Kaya çıktı ve onun rehberliğinde iki keyif dolu gün geçirdim bu arada. Hepi topu 4 günlük bir tatil de olsa, azbuçuk bir soluk aldım. Ama yetmedi... İstanbul beni öylesine çürüttü ki, öyle 4-5 günle onarım sağlanmıyor... Bekle beni Ege ve Akdeniz... Bundan fazlasına gerek var... İlk fırsatta yeniden damdan atlayıp, yollara düşmek dileğiyle...
Cunda'nın şanslı kedilerinden biri o... Zili çalmış, kapının açılmasını bekliyor. Zamanında bizlerden daha uyanık çıkıp, akıllı bir yatırım yapmış belli ki... (10 Eylül 2007-Foto: C.D.)
Küçük boy tatilimizin ikinci günü sabahı Ayvalığın en tepesinde yani Şeytan Sofrasındayız... Tek numarası güzel bir manzara ve püfür püfür bir hava... Yoksa burası gerçekten de ŞEYTAN SOFRASI olmuş. Arabayla uzağına geldiğiniz anda insan kılığında bir şeytan elindeki belediye makbuzuyla gelip "Abi park yeri ücreti 3 ytl" diyor... Şeytan arayan zavallı insanların etraflarına bakması gereken bir tepe işte!..
Şeytan Sofrasından bir an daha... Ülke şeytana pabucu ters giydirdiği için Şeytan epeydir buraya uğramamış ama etraf melek geçinen keleklerle kaynıyor!..
Dikili'ye geçtiğimiz tatilin üçüncü günü sabahı, Dikili'den önce Bademli'ye sonra da Çandarlı'ya doğru yol alırken ilk kez gördüğümüz bir yer keşfettik... Köşe yazarları nedeniyle ülkede keşfedilmemiş herhangi yer kalmadığı için yazabiliriz... Harika bir koy burası... Pırıl pırıl bir deniz, küçük bir köy, adı da: Denizköy... Cihan Demirci ve Necati Güngör Denizköy'de dinlenme anında... (12 Eylül 2007)
... Ve "Damdaki Mizahçı"nızın deniz sezonunu açtığı anlar... Sezonu 12 Eylül'de açıp 13 Eylül'de kapadık bu arada... Yani iki gün denize girme fırsatımız oldu. Sağolsun Dikili'de karşıma çıkan sevgili Ali Kaya dostun katkılarıyla bu mavi bayraklı plajı bulduk ve bizden başka kimselerin olmadığı bir sahilde kısacık da olsa denizin keyfini çıkardık...
Tatil ortağım Necati Güngör'ün işleri nedeniyle Ayvalığa dönmesi ve ortalıklığı terk etmesi üzerine Dikili'de dolanırken karşıma emekli öğretmen-yazar dostum Ali Kaya çıktı. Hani gökten düşer gibi... Onunla Dikili'de bitmekte olan bir deniz sezonunun tam da dibini kazıdık diyebilirim. Hani sevdiğiniz bir reçel kavanozunun dibini kazımak kadar keyifliydi doğrusu... Ne de olsa bir-iki denize giren dışında tüm sahil nerdeyse bizimdi Dikili'de...
Dikili'de topu topu iki gün süren 2007 deniz sezonumu bitirmiş yorgunluk atarken görülüyorum... İşin ilginci ben geçen yılda gene iki kez ve gene Dikili'de girmiştim denize... İkiden yukarı çıkamadık gitti!. Dikili'ye veda ederken, şu Dikili'de dikili birşeylerimiz olsa fena olmayacak dedim içimden... Ama malum biz İstanbul damlarının hem yürek hem de kürek mahkumuyuz, sonuçta; dikilimiz dikilmiş bir kere şu İstanbul'da...

Hiç yorum yok: