10 Kasım 2006

DAMDAKİ MİZAHÇI'DAN ÖLÜMÜNÜN 68. YILINDA MUSTAFA KEMAL'E AÇIK MEKTUP...


Sevgili Mustafa Kemal; bıraktığın Cumhuriyet sözde hala T.C. ama Tayyip Cumhuriyeti’nin T.C.’si bu artık!..”


Mustafa Kemal'in cenaze töreninden sararmış özel bir fotoğraf... Cenaze top arabasında, Dolmabahçe'ye veda ederken... (1938)


"SEVGİLİ MUSTAFA KEMAL..."

“Sevgili Mustafa Kemal… Gene sirenler çalıyor dışarıda. Bir 10 Kasım daha ruhunu yitirmiş bir şekilde bertaraf ediliyor. Bu belki de son 10 Kasım T.C. için… Durum bildiğin gibi değil zira, durum Kurtuluş savaşı yıllarından çok daha vahim ama ortada o yıllardaki halkta yok ne yazık ki… Öyle bir halk yok artık… O halkı yok etmeyi başardılar sevgili Mustafa Kemal… Sana yazmak istedim… Zira elimden gelen en iyi şey bu benim… Yalnızlığımın tek ilacı… Dam üstlerinde epeyce yalnız bırakılmış bir ‘Damdaki Mizahçı’ olarak, ülkemin hazin haline bakıp içim üşürken, sana yazmak istedim..

Sana “Atatürk” demektense, çocukluğumdan beri “Mustafa Kemal” demeyi sevdim ben. Seni sadece önünde durulan ve çelenk bırakılan soğuk bir heykel olarak, benden uzaklaştırmaya çalışan, ama ağzından “Atatürk” sözcüğünü de asla düşürmeyen o sahtekar zihniyete bu sayede dayandım zira... Sana “Mustafa Kemal” dedikçe senin hep gözden kaçırdığımız o insan yanın sarmaladı beni. Işık oldun 44 yılı bulan çileli ömrüme… Sevgili Mustafa Kemal, senin ölümünün 25. yılında gelmişim dünyaya… Anımsadığım yıllar 60’ların sonları, 70’lerin başlarıydı. Ülkedeki insan malzemesi bugünlerden çok daha parlaktı. Bu denli kirlenmemiş, bu denli kokuşmamıştı Türk insanı… 1981 yılı senin doğumunun 100. yılıydı ve o zamanlar 18 yaşında, henüz 3 yıllık karikatürcü olan ben hayatımın ilk karikatür sergisini açarak, darbe sıcaklığı yaşanan o günlerde etrafı kaplayan o sahte Atatürkçüleri eleştirmiştim… Ne kadar haklı olduğumu zaman bir kez daha gösterdi bana… O sahte Atatürkçülerin başında bugün Marmaris’te 90’ına gelmiş bir halde keyif çatan malum zat var!.. Sana en büyük zararı verenlerin baş tacı olan bir zat!..


Mustafa Kemal'in cenazesinden bir özel fotoğraf daha... (1938)



Bugün ölümünün 68. yılı… 2006 yılındayız… Uzay çağı… Uzay çağındayız ama insanlık mağara devrine geri döndü bir yandan!.. İçinde bulunduğumuz T.C. hala Türkiye Cumhuriyeti gibi gözükse de artık; Tayyip Cumhuriyeti’nin baş harfleri bunlar… T.C. geçtiğimz 29 Ekim’de son bayramını kutladı belki de, bana sorarsan yeni de bitmedi, çok daha önce bitirildi koca Cumhuriyet… Üstelik bu cumhuriyeti ülkeyi kurtarmak adına darbe yapan askerler bitirdiler sevgili Mustafa Kemal. Bir tanesi şu aralar, giderayak günah çıkartmaya başladı kargaların bile içini sızlatarak…

Ne yazık ki, senin olağanüstü bir mücadele ve anlatılamaz bir azimle, binbir güçlük içinde kurup bıraktığın cumhuriyet, bugün tanınmaz halde… Rezil bir durumdayız… Hem rezil durumdayız ama daha da kötüsü rezil halde olmamıza rağmen, bize özgü o utanma duygusundan eser kalmadı!.. Benim gibi belli değerlerle, ilkelerle yetişen bir kuşağın içinde kalan az sayıdaki onurlu ama zavallı insan “utanma duygusu”nu hala yitirmedi… Ben şahsen utanıyorum… Kendini bütün dünyaya sürekli rezil eden, böylesi aciz ve zavallı bir ülkenin vatandaşı olmaktan dolayı utanıyorum… Sırtını AB İlerleme raporlarına dayayıp, ülkeyi Ortaçağın yobaz karanlığına koşturan Tayyip Cumhuriyeti’nin vatandaşı olmaktan dolayı utanıyorum!.. Batıya koşturup gibi yaparak ülkeyi sıradan, kişiliksiz bir ‘İslam’ ülkesi haline getirenlere olan öfkem büyüdükçe büyüyor… Senin adını ağzından eksik etmediği halde, eserine zerre kadar sahip çıkamamış, elini taşın altına koymaktan aciz bu; ürkek, korkak, tırsak, ikiyüzlü, sahtekar toplumdan gittikçe daha da uzaklaşıyorum…

Senin 10 yılda yarattığın o her yaştan 15 milyon gençten artık eser kalmadı. Şimdi hiçbir halta yaramayan 72 milyonluk koca bir nüfusun altında ezilip kaldı bu canım ülke… Sadece insan kalabalığı bir ülkeyiz artık sevgili Mustafa Kemal… Hem Batının, hem de Doğunun şamar oğlanı haline gelmiş, kişiliğini, kimliğini yitirmiş zavallı, hantal, kof, yobaz mı yobaz bir ülkeyiz artık… Akıl sağlığımızı fena halde yitirdik bu ülkede sevgili Mustafa Kemal… Cinnet bir ülke oldu bu coğrafya… Öylesine bir cinnet içindeyiz ki, 17 aylık bebeklere bile tecavüz ediyor, çocuk pornosu izlemede dünya birincisi olabiliyoruz!.. Türk dediğin; saf, aptal, kafası sadece kurnazlığa çalışan, üçkağıtçı, dolandırıcı, hortumcu, uyuşturucu satıcısı, dürüst olmayan kimse olarak algılanıyor artık dünya üzerinde…Öylesine bir hale geldik ki, artık dış güçlerin düşmanlığına da ihtiyacımız kalmadı… İşte bu yüzden yeni çıkardığım kitabımın adını, özellikle: ‘TÜRK’ÜN TÜRK’TEN BAŞKA DÜŞMANI YOKTUR’ koydum… Çünkü bizim artık en büyük düşmanımız gene biziz sevgili Mustafa Kemal…



Mustafa Kemal'in cenazesinin geçtiği yollar ve o günün İstanbul'undan bir görüntü... (1938)

Batının birkaç asıra sığdırdığı, senin sadece 15 yılda gerçekleştirdiğin o muhteşem devrimlerin altı-üstü oyula oyula orta yerde devrim filan kalmadı. Ne Türkçe kaldı, ne laiklik, ne kılık-kıyafet.. Ülke yobazın, dinbazın, gericinin, faşistin elinde boğulmuş bir halde sevgili Mustafa Kemal… Üstelik kendini ulusalcı gören bir kesim bile yurtseverlikle, milliyetçiliği birbirine karıştırıp giderek daha da ırkçılaşarak, gericinin karaçarşafına yağ sürüyorlar şimdilerde… Koca bir halk ise öylece kalakalmış, öylece çömelmiş, kendi bitişini seyrediyor, tıpkı güneşin batışını izler gibi… Tıpkı güzel bir manzara ya da televizyon dizisi izler gibi ülkesinin ve kendisinin elden gidişini öylece izleyen ama kılını kıpırtdatmayan zavallı, kendine yabancılaşmış bir halk… Kendi gölgesinden korkar hale getirilmiş, sindirilmiş, satın alınmış, halk olduğunu unutmuş perişan bir halk…


Sevgili Mustafa Kemal… Senin ‘Muasır medeniyet’ diye gösterdiğin yerin aslında Batı değil Doğu olduğunu söyleyerek gitti son yıllarında büyük bir şair… Oysa senin kastettiğin Batının aydınlık yüzüydü tabii ki ama o yüzden eser bırakılmadı ülkede. Batı artık sadece o emperyalist yüzüyle karşımızda, bizimde görmek istediğimiz Batı bu zaten!.. Batının geçmişte kalmış uygar yüzüyle, aydınlanma devrimiyle artık bir yakınlığımız yok!.. Benim içim üşüyor… Bu ülke içimi ürpertiyor artık… Tıpkı ölüm ürpertisi gibi… Bu ülke “ölüm” kokuyor zira… Ölü bir halkın kokusu geliyor burnuma… Midem kalkıyor… Seni doğumunun 125. yılında değil, gene ölüm yıldönümünde hatırladık işte bu yüzden… Oysa 2006 yılı senin doğumunun 125. yılıydı ama biz 125. yıldan çok, seni ölüm yıldönümünde anımsadık, bu boşuna değil… Doğumunu kutlayacak yüzümüz mü kalmamıştı dersin?.. Hiç sanmıyorum, çünkü fazlasıyla pişkin ve yüzsüzüz artık. Asıl sorun, daha acı ve daha derinde; bizim doğumdan çok ölümü sevmemizdir asıl sorun… Ölümlerden çok doğumlara sahip çıksaydık bugün böyle bir yerde mi olurduk?.. O ölümler böyle mi olurdu o zaman?.. Bunu söylemek insanın içini acıtsa da not düşmek gerekiyor; biz doğum değil, ölüm toplumuyuz!.. Öldürmeyi, yok etmeyi çok daha fazla seviyoruz artık. O yüzden öleni zamanında sevmesek bile öldükten sonra şizofrenik yanımız depreşiyor ve ikiyüzlü bir üzüntüyle sarsılıp duruyoruz, tıpkı şu sıralar Bülent Ecevit’e yaptığımız gibi…




İstanbul'da cenazenin geçtiği yollar, caminin üzerinde, kubbelerin üzerinde onlarca-yüzlerce insan sel olmuş... (1938)


Sevgili Mustafa Kemal, 7 Mayıs 2007’de de bu ülke, eğer bir mucize olmazsa tamamıyla Tayyip Cumhuriyeti haline gelecek... Her konuda iş işten geçtikten sonra kendine gelme adeti olan bir halkın sürüneceği günler çok yakında… Bu ülke daha asıl karanlığı yaşamadı… Gelecek yılla başlayan süreç, bir mucize olmazsa kabustan beter günler getirecek elde kalan son düzgün insanlar için… Çünkü yıllardır karanlığın sahiplerini ihya ediyor bu ülke… Yobazlığa-gericiliğe kucak açıyor, onu kolluyor, onu palazlandırıyor... Benim için cumhuriyet bayramlarını kutlama adeti bitti bu yüzden… Senin ölüm yıldönümlerinde ise içim daha ne kadar üşür bilemiyorum… Daha ne kadar dayanabilirim, dökülen bu vücudumla, dinmek bilmez bu kalem yalnızlığına… Bu ülkeye lüks olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum… Bu ülkenin seni hak etmediğine olan inancım doruklarda geziyor artık… Ama şunu biliyorum ki, koca bir halk, tıpkı koyunları gibi uçurumun dibine doğru gitse de, benim gibi biçareler son nefeslerine dek kalem mücadelesini sürdürecekler, hiç kimsenin adamı ve maşası olmadan…

Sevgili Mustafa Kemal… 2006 yılındayız ve ben senin 1938’de henüz 57 yaşında ölürken yaşadığın o anlatılamaz yalnızlığı şimdi çok daha iyi anlıyorum… Bil ki, senin o parlak ışığın ölene dek üzerimdedir, gerisi yıldönümünden bir hikaye…
DAMDAKİ MİZAHÇI
CİHAN DEMİRCİ


Mustafa Kemal, onu son kez Ankara'ya götürecek trende... (1938)



Ve o tren İstanbul'dan Ankara'ya giderken... (1938)


Hiç yorum yok: