20 Haziran 2009

"DAMDAKİ MİZAHÇI"DAN
BİZDEN HABERLER
DERGİSİNE VEDA...

Sevgili dostlar, 2004 yılının Ocak sayısıyla yazmaya başladığım Koç Grubunun aylık dergisi "Bizden Haberler"deki beş buçuk yılı bulan "DAMDAKİ MİZAHÇI" yazılarımız derginin iki aylığa dönüşen ilk sayısı olan Nisan-Mayıs 2009 sayısıyla son bulmuş oldu... Sevgili Haslet Soyöz'ün yazılarıma karikatürüyle katıldığı, beş buçuk yıldır grup çalışanlarından da pek çok güzel mail aldığımız bu sayfa bizim isteğimiz dışında sonlandı. Dergiyi hazırlayan Kesişim adlı şirket, önce kriz nedeniyle dergiyi 2 aylığa çıkardığını bildirdi sonra da Koç grubuyla ilişkisinin bittiği haberini aldık. Bu dergiye yazdığım sondan önceki yazıyı, şimdi sizlerle "Damdaki Mizahçı" blogumda paylaşıyorum...

PEK 'SESSİZ'
BİR YAZI

Sevgili Damdaki Mizahçı dostları… İşimiz kolay değil, damların mizahçısıyız… O dam senin, bu dam benim, dam üstünden hayat gözlemi yaparken sağlığımıza da pek dikkat etmiyoruz. Bu kış bulunduğum damlarda sıkça hasta oldum… Nezle, grip filan derken geçenlerde boğazlarımı fena halde üşüttüm ve bu yaşa kadar başıma gelmedik bir şey oldu sesim tamamen kısıldı… Ses tellerim kısa devre yapmış olacak ki bir anda çocukluğumun Lorel- Hardi, Şarlo günlerine geri döndüm… O da ne demek demeyin, yani “Sessiz Film” gibi oldum… Anlayacağınız kendini “sessize” almış bir cep telefonuna döndüm bir buçuk gün boyunca…

Sesimin çıkmadığı o 1.5 gün boyunca insan sesinin ne kadar önemli olduğunu, ses vermenin, sesini duyurmanın aslında insanı var ettiğini bizzat yaşayarak anladım. Ses verme konusunda zaten epeyce sorunlu bir toplum olduğumuz için sessiz geçen 1.5 gün bana müthiş bir hayat deneyimi oldu. Bilirsiniz sinemada film izlerken bazen filmin sesinde sorun olur, ses gider. Seyirci de hemen ses verir: “Makiniiiiiist seeeees!”

Benim vaziyet de biraz öyle oldu. Ama ses bende gittiği için “Makinist ses” diyecek durumum da yoktu. Üstelik sesimin gitmeye başladığı gün Cağaloğlu’ndaki Gazeteciler Cemiyeti salonunda bir toplantıda konuşmacıydım. Sesimi son derece idareli kullanarak konuşmamı ses tellerimde kalan son kontürlerle tamamladım. Yerime oturduğumda ses kaybım yüzde 80’e filana ulaşmıştı. Aynı gece kalabalık bir yemekte, müzik ve mekan gürültüsü altında masada birlikte bulunduğum karikatürcü dostlarla artık peçetelere not yazarak, hatta çizerek anlatma yoluyla konuşabildim!.. Ama asıl acayip durum ertesi gündü… Ertesi gün Pazar’dı ve sabah benim sesim artık hiç çıkmıyordu… O an bu ülkede aslında sesi varken hiçbir şeye sesini çıkarmayanları düşündüm her nedense…Sonra birden, hayatları boyunca hep “başkalarının” sesiyle konuşan, kendi sesi olmayanlar aklıma geldi… Eeee ne de olsa, damların henüz mesaj kaygısını yitirmemiş mizahçısıyız ya!..

Pazar günü tam anlamıyla sessize alınmıştım. Benim gibi 46 yılı bulan yaşamını hep sesini çıkartarak yaşayan birinin sessiz hali epeyce komikti. Yıllardır katıldığı söyleşilere hep “Seee seeee seeee, bir-kiii bir kiii, ses denemeee” diyerek başlayan bendeniz de artık çıt yoktu. Telefonun çalmamasını dilediğim bir gündü. Dinlenme korkusu taşıdığı için artık eskisi kadar konuşmayanları anımsadım o anda… Eğer bir dinleyenim varsa o gün izne çıkmış olmalıydı örneğin… Hadi yüzyüze gene not yazarak, çizerek bir şeyler anlatıyorsunuz ama telefondaki durum tam bir felaket. Bir süre sonra ses veremediğim telefonu kapatmak durumunda kaldım.

Bulunduğum damın üstünde bir kere daha anladım ki, insan sessizken hiçbir şey ifade etmiyor…Sesiniz illa ki güzel olmayabilir. Ama mutlaka olmalı. Etrafa sürekli bağırmak, çağırmak, her fırsatta fırça atmak için değil, ses vermeyi bilmek için. Bazıları hayat boyu sadece banyoda şarkı söylemek durumunda olsa da insan sesiyle güzel. Sürekli konuşamayan insanların halini o bir buçuk gün boyunca daha iyi anladım.

Sesimin yeniden aramıza döndüğü Pazartesi günü, damdan aşağıya seslenmek geldi içimden: “Sesinize sahip çıkın sevgili dostlar” diye… Sesini yitiren insanlardan oluşan toplumların ne rengi kalıyor, ne de herhangi bir şeyden şikayet etmeye hakkı… Sesini sadece kendi kendine konuşmak için kullananların sayısının ülkemizde de giderek arttığının farkında mısınız? Dikkat etmediğimiz ses tellerimiz aslında sürekli titreşime aldığımız gönül telimiz kadar önemli…

Sessiz insan, komik duruma düşüyor… Sessiz film döneminin en önemli oyuncuları; Lorel-Hardi ve Şarlo boşuna komik değillermiş. Şimdi daha iyi anladım. Seslendirme sanatçısı olmayabilirim ama sesime bundan sonra daha fazla dikkat edeceğim. Tabii ses vermeye de. Gelecek aya dek, sesinizle kalın, gülekalın…:))

(Cihan Demirci-BİZDEN HABERLER 2009)

Hiç yorum yok: