20 Ocak 2010

DAMDAKİ MİZAHÇI İLE BUZ GİBİ BİR HAVADA SIMSICAK BİR SÖYLEŞİ


Sevgili dostlar... 19 Ocak 2010 Salı günü, Üsküdar Şemsipaşa Halk Kütüphanesinde her ay düzenlenen "Kızkulesi Söyleşileri"nin konuğu Damdaki Mizahçınız Cihan Demirci idi... "Damdaki Mizahçı ile Muhabbet" başlıklı söyleşi sulu kar yağan, buz gibi bir havada ama tıka basa dolu bir salonda gerçekleşti...


Hava buz gibi... Sulu kar yağıyor bir yandan, yolları su basmış... Böylesi olumsuz hava şartlarında Tudem Yayınları ekibinden Aydın İleri arkadaşımızla Üsküdar sahilindeyiz... Şemsipaşa İlçe Halk Kütüphanesine doğru fırtına altında zorlukla yürüyoruz... Böyle bir havada acaba 3-4 kişi gelir mi diyorum arkadaşlara... Ama biliyorum ki bu ülke insanı her daim şaşırtır... Çok kalabalık olmasını beklediğin, harika hava şartları altındaki bir söyleşiye kimse gelmez ama bir bakarsın böylesi bir havada Şemsipaşa Halk Kütüphanesinin ince, uzun salonu tıka basa dolabilir... Kütüphane müdürü arkadaşımızın odasında kısa bir sohbet sonrasında salona bir bakıyorum ki, boş sandalye arayan çalışanlar çıkıyor karşıma... Üsküdar'da bulunan iki ayrı Kız Meslek Lisesinden kız öğrenciler çoğunluktalar... Onları görünce soğuk hava, sulu kar, tatsız ülke gibi kavramlar unufak oluyor... İzleyiciler arasında Lise yıllarından can arkadaşlarım Alican ve Bülent de var. Hatta onların hemen yanında oturan beyefendi hiç yabancı gelmiyor. Sonrasında şimsek çakıyor ki, Celal bey bu...Bundan 6-7 yıl öncesine kadar Kadıköy'ün en önde gelen kitabevi olan Gençlik Kitabevinin sahibi Celal bey..Ben bir kitapçıdaki ilk imza günümü 1992'de onun dükkanında yapmıştım... Çocukları bu işi yapmak istemeyince kendini emekli etmiş...

Dopdolu salonda başlıyorum "Damdaki Mizahçı" gözüyle bir muhabbete... Neden ve hangi koşullardadama çıktığımı, mizahçının bu ülkedeki trajikomik halini anlatıyorum salonu dolduran ağırlıklı liseli gençlere... Üsküdardayız madem... Ustam; Oğuz Aral ile Tekin Aral'ı ve yazıdaki ustam Suavi Süalp'i anmadan olur mu?... Onlardan anılar, anekdotlar aktarıyorum... Suavi Süalp'li anılar yüzleri gülümsetiyor... Sonrasında bu akla ziyan ülkede mizah yapmanın zorluklarından bahsediyorum... Herşeyin tersine işlediği bir ülkede, hayata tersten bakan insan olan mizahçının yalnızlığını hissettirmeye çalışıyorum... Sinemada, televizyondaki mizaha geliyorum, dizilere, filmlere. Şaban ve Recep İvedik arasındaki benzemezliklere, günümüz mizahının yerlerde gezen kalitesine...Sonrasında salondan sorular geliyor... Keyifli, sımsıcak bir söyleşi bu sorulara verdiğim yanıtlarla noktalanıyor... 

Sonrasında kitaplarımı imzalıyorum... Derken çay içme sırasında hala birşeyler paylaşmak isteyen bir kaç izleyiciyle keyifli muhabbet sürüyor... Sulu karla karışık yağmur yağan buz gibi bir havada kütüphaneden ayrılırken ülkemin tersliği bu kez hoşuma gidiyor... Böylesi bir havada boş beklediğim salonun taamen dolup, insanların ayakta kalması bu kez güzel bir terslik olarak geri dönüyor bana... Ne demeli ki... Dünyada örneği olmayan, çok yorucu, çok yıpratıcı ama böylesi anlık keyiflerle de arada bir bizim gibi naif varlıklara kısa soluklar aldıran, akla ziyan ülkem benim... Biz böylesi bir gün yaşarken akla ziyan ülkem boş durmuyor... Bir psikopat katil kahraman olarak çıkıyor gene hapishaneden... Akla ziyan katillerin kahraman olduğu bir ülkenin en çok gişe yapan komedi filmi de Recep ivedik oluyor elbet... aynı saatlerde ise Şişli'de ise bir utanç anı olarak Hrant Dink hala aynı yerde yatıyor...

Söyleşimin öncesinde beni tanıtan bir sunum yapılırken, en ön sırada soldan sağa; kütüphane müdürümüz, unutulmaz Gençlik Kitabevinin, sahibi Celal bey, Liseli arkadaşalrım: Alican Erdoğan- Bülent Atak ve bendeniz...

"Damdaki Mizahçı ile Muhabbet" başlıklı söyleşnin hemen başında dama ilk çıktığım 1995'lere dönerek, neden dama çıktığımı anlatıyorum salonu dolduranlara...

Buz gibi bir havada böylesine dolu bir salonda bizim gibi ne zaman ne olacağı kestirilemeyen bir ülkeye yakışırdı ama bu kez iyi yakıştı doğrusu...

Söyleşide tam bir Türkiye turu yapıyoruz aslında... Gelen sorular da hem mizahla komediyle hem de hayatın bizzat içinden...

Mizahçıyı tarif ederken, deli ile mizahçı arasındaki ince çizgiyi koyuyorum ortaya... Deli deli olduğunun farkında değildir sonuçta ama mizahçı bilir en azından deli olduğunu, bu yüzden kontrol altında bir deliliktir mizahçılık...

Salonu dolduran liseli genç kızların yüzlerine bakıyorum, bir sıkılma filan yok, belli ki onlar da daha önce pek duymadıkları türden şeyler duyuyorlar, zaten kitap okuyan, kendini geliştirme noktasında çaba gösterenlerin çoğu kızlar, kadınlar artık bu ülkede...

Söyleşi sonrasında kitap imzalama anında...

Şimdi sırada 21 Ocak'taki "Mizah ve Kültür" söyleşisi var... Havanın kötü olmasından çekinmemeli... Ama burası Türkiye, dedim ya ne zaman ne olacağı belli olmaz... Her şey hep son anda belli olur...

(FOTOĞRAFLAR: AYDIN İLERİ-TUDEM)












Hiç yorum yok: