07 Ağustos 2009

AH BE
GÜRCAN!
BU KADAR
ERKEN
GİDİLİR Mİ
BE KARDEŞİM?..

Kayıp fırtınası durmuyor, mola vermiyor, dinmiyor... Yaşamın acı gerçeği bu... Biz mi yaşlandık , ölümler mi hızlandı?.. Yitirdiklerimizin sayısı sürekli olarak artıyor... Kum saati, kum fırtınasına dönüştü sanki... Üstelik bu kez hiç hesapta olmayan, çok genç bir kayıp haberi aldım... Son 15 yılda İzmir'de can dostum olan kitapçı-yayıncı dostum Ercan Günaydın'ın ele avuca sığmaz kardeşi Gürcan Günaydın Çin'de geçirdiği bir kazayla henüz 46 yaşındayken apansız aramızdan ayrıldı...

Gürcan Günaydın'la 9 Aralık 1994'ten kalma bir Bodrum fotoğrafı... O tarihlerde Bodrum İleri Kitabevini işleten Gürcan önde, imza masasında ise solda bendeniz Cihan Demirci ile sağda Aydoğan Yavaşlı...

Sesi her zaman muzip ve hınzır bir tonda çıkan, çoğu zaman beni işletmeye kalkan İzmirli can dostum, arkadaşım Ercan Günaydın arıyor cepten...Ercan'ın sesi bu kez titriyor... Son yıllarda pek çok ortak yazar-çizer-sanatçı dostun ölümünü İzmir'den bana haber veren Ercan'ın gene bir ölüm haberi verecek ses tonu var... Ama bu kez hiç akla gelmeyecek bir haber veriyor... Kardeşi Gürcan Günaydın'ın çok erken gelen ölümünü...

Gürcan Günaydın... Gürcan denince benim ilk tanımım şu olmuştur hep: "Ele avuca sığmayan bir yaşam..." Bu ele avuca sığmayan yaşam meğerse 4 Ağustos günü Çin'de geçirdiği bir kazayla son bulmuş... Geçmişte ağabeyi Ercan'la birlikte kitapçılık ve yayıncılık yapan Gürcan uzunca bir süredir dünyayı dolaşan gemilerde aşçı olarak çalışıyordu. Bir haberini alıyorduk ki Afrika'da, bir haberini alıyorduk Amerika'da... Temmuz ayında İzmir'e dönen Gürcan, bu kez çalıştığı gemiyle 1 Ağustos'ta Çin'e Şanghay'a gitmiş ve 4 Ağustos Salı günü Şanghay'da gemide 25 metre gibi bir yükseklikten asansör boşluğuna düşerek yaşamını yitirmiş...

Ooof of!... Zaten yüksek nemden, aşırı sıcaktan ve bu ülke insanı olmanın olağan sıkıntısından yapış yapış olan vücuduma bu kez kaynar sular dökülüyor sanki... Çok erken sonlanan bir yaşamın acısı vuruyor içime... İlk kez 9 Aralık 1994'te Bodrum'da tanıştığım Gürcan Günaydın'la geçen 15 yıldaki fırlamalıklarımız, ele avuca sığmaz hareketlerimiz geliyor aklıma...

Ben Gürcan'ı, ağabeyi Ercan'dan önce tanımıştım... Sevgili ilk editörüm, edebiyat dünyasındaki can ağabeyim Tarık Dursun K. 1993 yılında henüz arkadaşım İlkin Deniz'le yayıncılık yaptığım bir dönemde bizim adeta danışmanımızdı. Tarık ağabey bir kaç kez altını çizerek, bana İzmirde zıpkın gibi, şeytan tüyüne sahip iki sevimli kitapçı kardeş olduğunu, onlarla mutlaka tanışmam gerektiğini, onlarla imza günleri ve söyleşiler düzenleyebileceğimi söylüyordu. Tarık ağabeyin araya girmesi ve yoğun baskısıyla o günlere dek yazar-çizerlik anlamında İstanbul dışına pek fazla çıkmamış biri olarak, sonunda gözümü karartıp 1994 yılının Aralık ayında Bodrum'a gittim.

O dönemler merkezi İzmir'de olan İleri Kitabevinin Bodrum şubesinin başında Gürcan vardı. Beni otogarda karşılayan Gürcan'la daha beş dakika içinde kırk yıllık dost gibi olmuştuk. Şeytan tüyü bir sevimlilik vardı Gürcan'da. Gerçekten de Tarık ağabey haklıydı. İzmir'den yazar dostlar; Aydoğan Yavaşlı ve Dinçer Sezgin'in de katılımıyla, 9 ve 10 Aralık 1994 günleri, Bodrum İleri Kitabevinde imza günleri gerçekleştirdik. Gecelerimiz sabaha dek süren muhabbetlerle geçti. İstanbul'a döndükten sonra, Tarık ağabeye haklı çıktığını söylediğimde bana; "Sen şimdi bir de Ercan'la tanış, bakalım ona ne diyeceksin" demişti... Aradan 6 ay kadar sonra 1995'in 20 Mayıs gününde bu kez İzmir'de Ercan Günaydın'ın organize ettiği imza gününde İleri Kitabevindeydim... Gürcan ve Ercan derken iki can dost edindim kısa sürede... Ercan'la 15 yılı bulan dostluğumuz bana akrabalarımdan çok daha yakın bir can dost kazandırdı. 1995 yılının sonlarında Ercan'ın Konak'ta açtığı Ercan Kitabevinde Gürcan da vardı artık yanında. Birlikte pek çok okula ve etkinliğe gittik. An geldi Gürcan benim İzmir gecelerindeki en fırlama arkadaşım oldu. Kabına sığmayan bir yapıya sahip olan Gürcan, son yıllarda kendini gemilere vermişti. Çeşitli aralıklarla 20 yıldır yurt dışında dolaşan gemilerde aşçılık yapıyordu. O yüzden çok seyrek görebiliyorduk artık onu. İzmirde onun dairesinde kalıyorduk ama o gemilerdeydi. Yoktu... Sonra bu beklenmedik ölüm haberi geldi...

Ne diyeyim... Sözcüklerin bittiği yerdeyiz artık. Son yıllarda başta anne-baba olmak üzere sayısız akraba, arkadaş, dost yitirmiş epeyce yalnız kalmış biri olarak iyi bilirim bu acıyı... Hayat süreli bir bilet adeta... Doğduğunuz anda hem geliş hem de gidiş olarak kesilen bir bilet... Bizler hayatın harala gürelesine öyle kaptırıyoruz ki kendimizi bu biletin sadece "geliş" bileti olduğunu sanıyoruz, "gidiş"i unutuyoruz çoğu zaman. Ben son yıllarımda bu gidişleri unutacak bir an bile bulamadım. Arka arkaya gelen ölümlerle. Bir ara iki ağır kazayla gidip geldim hatta. Bu yüzden daha farklı bakmaya başladım bu hoyrat dünyaya. Sonuçta bizde sıradayız bu anlamda... Önemli olan geriye sevgi dolu bir küçük iz bırakmak değil mi?

Biliyorum şimdi ateş gibi yanıyor yüreği... Sevgili kardeşim Ercan'a ve ailesine dayanma gücü diliyorum... Sabır diliyorum... Bu acı olayda, acıyı daha da artıran bir durum da var. O da Gürcan'ın cenazesinin Çin'den ancak 15 gün kadar sonra gelebilecek olması... Bu bekleme süresi de ayrı bir acı yaratacak hiç şüphesiz... Ercan'dan öğrendiğime göre üstelik Gürcan önümüzdeki Kasım'da emekli oluyormuş ve bu çalıştığı son gemi işiymiş işin diğer bir trajik yanı...

Bizler artık yaşadığımız sürece, anılarımızda-anekdotlarımızda yaşatacağız bu ele avuca sığmaz fırlamayı... Ah be Gürcan! Bu kadar erken gidilir mi be kardeşim?..

2000 yılının Mayıs ayında, İzmir'de Ercan Kitabevinde "İzmir Gençlik Festivali" kapsamında düzenlenen imza günümde sevgili Gürcan Günaydın'la... Bu fotoğrafı da büyük olasılıkla Ercan çekmiştir... Üçümüzün birarada olduğu bir fotoğraf bulamadım ne yazık ki...

Hiç yorum yok: