23 Eylül 2007

BİR SENARYO FABRİKASINI
ANARKEN...


Adı: BÜLENT ORAN'dı... "40 yılda 1000'den fazla senaryo yazdığını" söylemişti bana. Bunu bana onunla röportaj yaptığım 1989 yılında söylemişti. Şimdilerde senaryo rekortmeni olarak meslektaşı sevgili Sefa Önal'ın adı geçiyor medyada. Ama rakamlara bakarsanız asıl rekortmenin o olması gerekir. Bu çok da önemli değil. İkisini de tanıma mutluluğu içinde yazıyorum sonuçta bu yazıyı... 18 Mart 1989 tarihli Mazete Mizah ekinde yayınlanmıştı onunla yaptığım ilk röportaj. Onunla daha sonra da konuştum bir kaç kez... Bu üretken kalemi, bundan 23 Eylül 2004 tarihinde yitirmiştik...

*****
Ölümü ardından 3 Ekim 2004'te RADİKAL-İKİ ekinde yazdığım "Senin Senaristin Bir Melekti Yavrum" başlıklı yazıyı, ölüm yıldönümü anısına sizlerle paylaşıyor, senaryo fabrikası Bülent ağabeyi sevgiyle anıyorum...


Cihan Demirci, Bülent Oran'la röportaj sırasında... (MART 1989)

'Senin senaristin bir melekti yavrum!’

90 yaşındaki Türk Sineması neredeyse kendisiyle yaşıt bir yaşta olan en 'üretken' senaristi Bülent Oran'ı sessiz sedası yitirdi...

CİHAN DEMİRCİ

Meğerse Haziran başlarındaki söyleşim onunla son söyleşimmiş. 19 yıldır üzerinde çalıştığım “Araya Parça Giren Yıllar” adlı sinema-inceleme kitabını bitirmek ve yayınevine teslim etmek üzere olduğum bir dönemde bir kez daha Bülent Oran’ı aramış, gene çoğu zaman yaptığım gibi aklıma takılan bazı ayrıntıları ona danışmış, ona sormuştum. Yorgun ama kibar sesiyle hiç üşenmeden dakikalarca yanıtlamıştı sorduklarımı. İlk kez 80’lerin ortasında Sinema-Televizyon bölümü öğrencisi iken tanışmıştım sevgili Bülent Oran ustayla. 1989 yılında evinde uzun röportajlar yapmıştım. Sonrasında birkaç kitap çalışması ve senaryo çalışması için epeyce kapısını çaldım. Bırakın Türk sinemasını, Dünya sinemasında onun kadar senaryo yazan birini bulmak kolay iş değildi. Kendi deyişiyle 1000’den fazla senaryo yazmıştı. Beni çeken bir başka yönü de senaristliğe girme öncesinde “mizah yazarlığı” yapmış olmasıydı belki de.


Cumhuriyetle yaşıt bu büyük usta 1923 doğumluydu. Lise yıllarında bisiklet almak istemiş ancak parası yok. Komşusu ona şu öneride bulunmuş: “Bak, bir dergide aboneleri yazacak birine ihtiyaç var, oraya gir, ordan kazandığın parayla bisikleti alırsın.” Komşunun önerisiyle gittiği dergi ise “Şaka” adlı mizah dergisi. Fakat dergiye aboneleri yazacak biri ondan önce işe alınmış. Derginin sahibi Cemal bey ona: “Peki sen yazı yazabilir misin, daha önce hiç yazı yazdın mı?” deyince, tüm cesaretini toplayıp: “Yooo yazmadım ama yazarım” deyince hayatı bir anda değişivermiş. Yazdığı bir mizah öyküsü beğenilince, kendini bir anda mizah yazarı olarak bulan Bülent Oran’ın ilk yazısı 1942 yılında Şaka’da yayınlanmış. Aslında o sinemaya senarist olarak değil “jön” olarak girmiş. Bakın şöyle anlatıyor o günleri:  “Ben, jön olarak sinemaya girdim. Ama o dönem çok kötü filmler vardı. Hadi orasını düzelt, burasını düzelt derken bir gün rahmetli Talat bey çağırdı: ‘Bu filmlerde başrol oynayacaksın ama senaryosunu sen yazacaksın’ dedi. ‘Talat bey, ben öyle senaryo filan bilmem, öyle bir şeyler karalıyoruz’ dedim. ‘Yaaa, n’olacak, kağıdı alırsın, ortadan çizersin, hareketleri sola, konuşmaları sağa yazarsın, hepsi bu’ dedi. Ben gene ‘Yapamam’ dedim. ‘Yaparsın, yaparsın, sen Hukuk’a gidiyorsun, terbiyeli çocuksun, oyuncusun’ diye kestirip attı. İşte o zamandan beri senaryocuyum...”

“Aynı anda beş senaryoyu iç içe çalışırdım!”

Gördüğünüz gibi, Bülent Oran ustanın “senarist” oluşu da sanki ilerde durmaksızın, ard arda yazacağı senaryolar gibi olmuş biraz! 1960’lara kadar oyunculuğu sürdüren Bülent Oran, sonrasında oyunculuğu kendini tamamen senaryoya vermiş. “Bizim sinemamızda senarist nedense hep en son akla gelen, yeterince önemsenmeyen, yetişmiyor, çıkmıyor kardeşim denilen adamdır Bülent abi, sence neden böyle” şeklindeki soruma Bülent ustanın yanıtı kaybettiklerimiz adına ilginç:

“O şimdi böyle. Bizim zamanımızda böyle değildi. Benim mizahı bırakmama neden, bu işten yani senaryodan çok iyi para kazanmamdı. Aynı anda beş senaryoyu iç içe çalışırdım. Benim başladığım yıllarda senaryoculuğun parası iyiydi. O zamanlar en tutulan jönlerden olan Orhan Günşıray film başına 10 bin lira alırken ben de senaryo başına 10 bin lira alırdım. Kemal Sunal’ın 40 milyon aldığı 80’li yılların sonlarında ise ben 4 milyon bile alamaz oldum. Yani anlayacağın eski dönem senaryocuların egemen olduğu bir dönemdi. Jönle aynı parayı alabilirdiniz...”

“Kalemin üzerine pamuk sarıp yazıyordum!”

Bülent Oran senaristlik hayatı boyunca müthiş bir üretim hızı göstermişti. Oldukça az üretenlerin daha çok laf üreterek ömür tükettikleri bir ülkede 60 yıla yakın bir sürede 1000’den fazla senaryo, 300’ü aşkın mizah öyküsü yazmıştı o. Üretkenliğinin sırları üzerine sorduğum soruya gülerek şu yanıtı vermişti:

“Ben kalemin üzerine pamuk sarıp yazıyordum. Zamanı iyi ayarladığım için çok hızlı yazarım. Aslında el yoruluyor, kol yoruluyor. Beyin yorulmaz! İnsan beyni 12 saat aralıksız çalıştığında yoruluyor. Bu bilimsel olarak saptanmıştır. 15 dakikada beyin dinlenir. Ben kasları hesaplarım, kol hareketlerini hesaplarım. Daha çok yazabilmek için çeşitli hesaplamalar yapmışımdır. Çok yazmak bir marifet de değil. Bu antrenman meselesi. Her gün koşarsan yorulmazsın. Çok yazınca kafa da çok hızlı çalışmaya başlıyor. Ben bir yerde takılınca hemen başka bir senaryoya geçerim. Çünkü aynı anda birkaç senaryo üzerinde çalışırım. En acele yazdığım senaryo bir günde yazıp bitirdiğim ‘Vatan ve Namus’ adlı filmin senaryosu. Bu filmde Orhan Günşıray ile ben de oynamıştım. Hatırlıyorum, sabaha karşı artık gözüm kapalı bir halde yazmaya başlamıştım...”

“Acele yazılan senaryolarda karışık durumlar oluyor muydu?” şeklindeki soruma Bülent Oran usta gene gülerek yanıt veriyordu:

“Bazen telefonla yazdırdığımız sahneler de olurdu. Gene böyle telefonla yazdırdığım sahnede filmin jönü: ‘Başımı belaya sokarsın ha!’ diye bir laf ediyordu. Telefonda bu lafı ‘Başımı helaya sokarsın ha!’ diye anlayıp yazmışlar.”

Bülent Oran kendi deyişiyle hep “ısmarlama” senaryolar yazmış. Yani ona hep şöyle bir konu, şu-şu-şu oyuncular oynayacak demişler, ya da bir kitap verip siparişte bulunmuşlar. Bir döneme mal olmuş fakir kız-zengin erkek, kör piyanist, kötü baba, hain fabrikatör tarzı filmlerle çokça alay edilmesi ona epeyce dokunmuş doğrusu. Şöyle diyor bu konuda:

“Çok alay ettiler bir dönem. Ama artık o ‘körler’ mizah yeteneği olmayan insanların yazdıkları skeçlerde bolca kullanılıyor. Bence, yeteneğiniz yoksa, yapılacak en basit şey bu tür körlü filmlerle alay etmektir. Türk toplumunun durumuna göre senaryolardaki hastalıklarda değişmiştir. Benim sinemaya ilk girdiğim yıllarda moda olan hastalık veremdi. Ondan sonra felçliler, daha sonra da körler başladı. Şimdi kanser, ileride ne olur bilemem.”

Onunla son konuşmamı yaptığım 10 Haziran’da, onunda katkılarıyla hazırladığım belgesel nitelikteki sinema kitabım için, Türk sinemasının hep en “karanlık”dönemi diye nitelenen “Seks Filmleri Dönemi”ni konuşmuştum. Furyanın başlangıç yıllarında Bülent Oran usta da seks-komedi filmi senaryoları yazmıştı. Seks filmleri dönemine pek çok insandan daha farklı bakabiliyordu Bülent Oran ve şöyle diyordu o günler için:

“Filmlerin iş yapmamaya başladığı, şirketlerin kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı bir dönemde seks filmleri Türk sinemasını ayakta tuttu. Yönetmeni, senaristi, kameramanı, set işçisi, bütün bunlar işsiz kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı...”

Büyük bir mütevazılıkla kendisini “Eğlence sinemasının senaristi” olarak gören ve zamana karşı yazan Bülent Oran usta, bırakın okuyup-üretmeyi durak isimlerini-eline geçen broşürleri bile okumaktan yoksun bir topluma uzun yıllar üretti de, üretti... O da pek çok değerli sanatçımız gibi, sessiz-sedasız, gürültüsüz-patırtısız birkaç satır yazının arasına sıkıştırılarak, 81 yaşında uğurlandı aramızdan. Türk sinemasından sadece 9 yaş küçüktü. Onun bu üretken gidişiyle şahsen biraz daha üretim boşluğuna düştük, her zamanki gibi gene farkında bile olmadan!..

(RADİKAL İKİ - CİHAN DEMİRCİ - 3 EKİM 2004)


Hiç yorum yok: