22 Temmuz 2006

Damdaki Mizahçınız Cihan Demirci ile Semih Poroy 3. Uluslararası Adalar Şenliği'nde konuşmacıydı…

BÜYÜKADA’DA "ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK VE MİZAH" ÜZERİNE…

90’lı yılların başından beri bir türlü sevemediğim bir aydır şu Temmuz…Hem felaket sıcağıyla hem de yüreğimizi kavuran yitiklerin çokluğuyla, 2 yıl önce yaşadığım ve asla unutamayacağım ölümcül bir kazasıyla… Temmuz, öyle bir ay ki ne damda duruluyor, ne dolaşmaya geliyor… Böylesi duygular içinde 20 Temmuz Perşembe öğlen saatleri Kadıköy İskelesindeyim… Organizasyonunda epeyce sorun olan bir Festivalin daha yolcusu olarak üstelik!.. Sorunsuz bir şey bize hiç yakışır mı diyorum içimden... Bu yıl 3. kez yapılan “Uluslararası Adalar Festivali”… Öylesine bir festival ki kültür-sanat adına yok yok… Baştan 8 Temmuz-29 Temmuz arası 4 ayrı Ada’da düşünülmüş bu zengin festival ama organizasyondaki aksama ve sorunlarla sonuçta 14-22 Temmuz arasına sıkıştırılmış. Sürekli değişen tarihler nedeniyle de üzerinde farklı farklı tarihler taşıyan program broşürleri bile basılmış çeşit çeşit… Bu kadar yoğun bir program bizim gibi kültür yoksulu toplumlara ağır geliyor belli ki.

CD bey ve Turing İskele terası...

TIKA-BASA DOLU BİR ADALAR VAPURUYLA BÜYÜKADA YOLCULUĞU…

Felaket bir Temmuz güneşi tam tepede hain mi hain sırıtıyor pis pis… Tepeleme dolu bir “Adalar” Vapuru geliyor Sirkeci üzerinden… Vapura Sirkeci’den binen Semih Poroy dostumun cep telefonundan mesaj gecikmiyor: “Vapur çok kalabalık, üst katta salondayım.” Yüzde 99’u deniz ve plaj yolcusu olan ada yolcularının arasından vapura güçlükle dalıyorum. Paletler, mayolar, havlular, börekler, sandöviçler dolu sepetlerin, çantaların, torbaların arasından üst kattaki insan yığınının arasında Semih’i arıyor gözlerim. İlk dikkatimi çeken vapurda epeyce “Arap” yolcu olması. Hatta “Adalar” vapurundan çok “Dubai” vapuru gibi bir görüntü çizecek kadar. Çevremiz kara çarşaf varyasyonlarıyla dolu. Eeee Büyükada’ya bu mevsimde, hem de söyleşi için bizden başka gider?.. Üstelik Büyükada’ya en son gideli, 14 yıl kadar upuzun bir zaman olmuş aklımda kaldığı kadar… Vapurda coşkulu şair Bilal Kayabay’la karşılaşıyoruz, o da festival kapsamındaki şiir dinletisine katılmak için vapurda… Kınalı, Burgaz, Heybeli derken Büyükada’ya geliyoruz… Bu etkinliği Adalar Belediyesi ile birlikte düzenleyen Edebiyatçılar Derneği’nden Yaşar Bodur bizi iskele önünde karşılıyor…

Turing İskelenin ikinci katından çektiğim bu fotoğrafla Büyükada Saat Meydanı görülüyor...

Bilal Kayabay, Semih Poroy ve Cihan Demirci Büyükada Turing İskele'nin terasında...

Gene İskelenin terasında Semih, Cihan, şair Suna Aras ve Bilal Kayabay...

AZ AMA ÖZ DİNLEYİCİLİ AMA LAKİN ÇOKKÜLTÜRLÜ BİR SÖYLEŞİ!

Saat: 17 civarında Büyükada, Turing İskele’nin üst kattaki salonunda sayıları 15 civarındaki az ama “öz” bir dinleyici kitlesinin önünde, epeyce samimi ve sıcak bir ortamda “Çokkültürlülük ve Mizah” başlıklı söyleşimize başlıyoruz Semih Poroy’la birlikte… Mizahın hem yazılı, hem de çizgili bir anlatım aracı olarak ne denli çokkültürlü bir alan olduğunu anlatıyoruz söyleşi boyunca. Ve şimdilerde epeyce yitirdiğimiz bu önemli zenginliğin yani; çokkültürlülüğün içine düştüğü hüzünlü hallere de değiniyoruz bir yandan. Bir saati aşan bu keyifli söyleşiye; aramızdaki Ada dostlarının, söyleşi konuklarının dışında Bostancı’lardan özel olarak gelen Tülay Çellek’e de özel bir teşekkür ediyoruz. Sağolsun, kendisinin bu tür etkinliklere karşı ne denli duyarlı bir insan olduğunu zaten epeydir biliyoruz.

Cihan Demirci ve Semih Poroy "Çokkültürlülük ve Mizah" başlıklı söyleşi sırasında...

Etkinliklere dinleyici olarak katılan Adalı dostlar, Adalıların edebiyat etkinliklerine ilgi göstermemesinden şikayet ediyorlar. Bütün ilgi her yerde olduğu gibi konserlere imiş burada da. Bunda şaşacak bir durum yok. Şahsen ben artık, az olsun ama öz olsun düşüncesindeyim. Kuru kalabalıklar olacağına. Hem ada dediğin “azınlık” kültürünün en önemli miraslarından biri değil midir bizlere?.. Böylesine “azınlık kültürü” kokan bir coğrafyada dinleyici olarak da “az” sayıda insanla karşılaşmak o kadar da kötü bir şey olmasa gerek, sanki?..

Bizim söyleşinin sonrasında adadaki Fayton trafiğinin en yoğun saatlerinde kısa bir Büyükada yürüyüşüyle, Turing’in Kültür Evine ulaşıyoruz. Kültür Evi’nin bahçesinde gerçekleşen “Şiir Dinletisi”ni izliyoruz ve derken finalde kendimizi deniz kenarında “Botanik” adlı bir restorana atıyoruz. Bütün gün tepemizde sırıtan hain Temmuz güneşi sanki batmamak için direnircesine bir halde, daha yeni yeni batıyor. O müthiş sıcak, bu zoraki batışla birlikte acayip bir serinliğe dönüşüyor. Güneşin batışının yarattığı kızıllık, bulutların üzerine düşen renk harmonisindeki yerini alıyor, tabii bizler de rakı bardaklarımızı çoktan ele almış durumda levreklerimizi bekliyoruz. Gece 00.30’daki son vapurun saatine dek, o bardakları elimizden bırakamıyoruz.

Tam da Büyükada'ya yakışan bir bir fotoğraf...
Ada Yollarında Semih Poroy...
Ve işte Büyükada'da inatçı Temmuz güneşinin batış anı...
Son vapurla Büyükada'dan Bostancı’ya doğru yola çıkarken, her türlü bozulmaya, tahribata rağmen Büyükada’nın hâlâ bir “Prens” adası olduğunu duyumsuyoruz içimizde... Sahi bu arada; Büyükada’dan uzaklaşırken Reşat Nuri Güntekin’e, Heybeliada’dan geçerken (yazarlığımda özel bir yeri olan) Hüseyin Rahmi Gürpınar’a ve Burgaz yakınlarında da Sait Faik’e bir selam yolluyorum gecenin içinde…

Hiç yorum yok: