17 Mayıs 2006

Mizah, aklımızın emanetçisidir

CİHAN DEMİRCİ

İnsanlık adına en önemli miladın M.S.’den sonra yani ‘Mizahtan Sonra’ başladığını düşünürüm hep... M.Ö. yani ‘Mizahtan Önce’ dönemin insanlık için ne denli karanlık, sıkıcı, kuru, yavan, tatsız, tuzsuz geçtiğini tahmin etmek pek de zor olmasa gerek!.. İnsanoğlu, kendi tarihi içersinde mizahı keşfetmesiyle birlikte ‘insan olma’ yolundaki en önemli adımlarından birini de atmış oldu aslında farkında olmadan...

Malumunuz insanoğlunun yaşam serüveni anasının karnından çıkışla başlar. Annenin karnından çıkış anında bebeklerin hep ağladığını görürüz. Yani bu demektir ki insan bir yerde ağlayarak dünyaya gelir. İnsanoğlu daha doğarken bile ‘ağladığına’ göre yaşamı boyunca önceliği hep ‘ağlamaya’ verme pozisyonundadır. İnsanoğlunun ilerleyen hayatı içersinde ‘ağlama’ yerine ‘gülme’yi öne çıkarması, “ağlama” kadar ‘gülme’ye de şans tanıması, prim vermesi onun insanlaşma süreci açısından da çok önemlidir…Bu yüzden doğduğu anda ağlayan bir bebek, kısa bir sure sonra çevreden gelen etkileşimlerle gülümsemeye ve çevresine gülücükler atmaya başlar ki bence işte o anda insanın içindeki insana ulaşma yolculuğu da böylece başlamış olur…

İnsanoğlunun dünyaya ‘ağlayarak’ geldiği dakikalara geri dönecek olursak buradan bile mizahın ve mizahçının işinin ne kadar zor olduğunu kolayca anlayabiliriz… Dünyaya ‘ağlayarak’ gelen insanoğlu daha hayatının ilk saniyelerinde ‘ağlama’ konusunda deneyim kazanmaya başlamıştır. Oysa gülebilmek için belli bir zamana, belli etkileşimlere ve ‘sağlıklı’ bir gülme için her zaman insanca bir çabaya ihtiyaç duyacaktır…Buradan yola çıkarak kendimize şu soruyu sorup, şu cevabı verebiliriz: Mizahçının işi ne zaman kolay olurdu?.. Cevap: İnsanlar dünyaya ‘ağlayarak’ değil ‘gülerek’ gelselerdi…

Hele hele doğru dürüst bir aydınlanma çağından geçememiş, kültürel rönesans yaşayamamış toplumlarda insanlar her zaman ‘ağlamaya’ daha yatkın ve daha yakın olacaklardır. Çünkü ‘gülme eylemi’nin eğitimle ve kültürle ilişkili olan çok önemli bir boyutu daha vardır. İnsan eğitildikçe daha da açık bir deyişle insan insanlaştıkça onda var olan gülme duygusu gelişir ve insan reflekssel, kaba kahkahaların ötesindeki ince mizah boyutuna doğru yol almaya başlar…İşte zaten “mizah duygusu” denen o güzellikte burada ortaya çıkar. Belki bu yüzdendir ki gerçek anlamıyla ‘Mizah’ gelişmiş toplumlarda yeşermiş, kültürel Rönesans yaşamış bu toplumlarda boy atmış ve gürbüzleşmiştir. Tüm bunlara rağmen bizim mizahımızın güçlü oluşu aslında oldukça kafa yorulması gereken bir durumdur. Çünkü Türk toplumu bu anlamda da hem batılı, hem de doğulu zenginliği taşıyan özellikler arasında yaşamış, zengin bir mozaikten beslenmiş, zengin mizah gücünü de birlikte yaşadığı çeşitli ‘azınlık’ kültürlerinden beslenerek ortaya çıkarmıştır.

Bugün batıda güç bulan modern mizah anlayışının ülkemizde de oldukça zengin bir karşılığı vardır. Ben bu zengin karşılığın azınlıklarla iç içe yaşama zenginliğine sahip olmamızla da ilişkili olduğunu düşünüyorum. Farklı kültürlerin değişik renkleriyle beslenen Türk insanı bu anlamda elde ettiği kültürel çeşitlilikle rengarenk bir dünya yaratmıştır farkında olmadan. O yüzden eğer mizahta da bir daralma, mizahta da bir renksizleşme, kendini tekrar etme yaşamaya başlamışsak bu biraz da ülkemiz mayasını zengin kılan o ‘azınlık’ kültürünü nerdeyse tamamen yok etmemizle de ilişkilidir…

Çünkü ‘mizah’ta aslında bir ‘azınlık’tır. Mizah, her zaman azınlıkta olan çoğunluğun sesidir… Mizah, çoğunluk adına başkaldıran azınlıkların soluk aldığı bir temiz hava deposudur. İnsanın ölümün soğukluğuna karşı karşı hayatın sıcaklığını savunmak zorunda olduğunu bize bazen yüksek kahkahalar eşliğinde hatırlatan bir güzelliktir mizah. Unutulmaması gereken çok önemli bir nokta da; mizahın bir muhalefet gücü olmasıdır. Mizah eğer, muhalefeti bırakıp ‘iktidar’ olursa bu gücünü kaybeder ve o anda biter!..

Mizahın benim için en önemli gücü, akıl sağlığımızın baş ilacı olmasıdır. Yani; vitaminin en kralı o’dur!.. Mizah duygusu gelişmiş insanlar, yaşadıkları zorluklara bu duygunun verdiği müthiş güçle karşı koyarlar, işte bu anlamda mizah aklımızın da emanetçisidir kanımca. Hem de iyi bir emanetçi. Tabii aklınızı emanet ettiğiniz mizah ürününün kalite çıtası da yüksek olmalıdır ki, bu emanet hıyanete dönüşmesin. Bugün cinnetin ve şiddetin kapısında gezinen, ruh sağlığı bozuk insanlarımızın en önemli sorunu da mizah duygusundan yoksun olmalarıdır. Onca zengin bir mizah tarihine ve birikimine rağmen, bugün mizah duygusundan habersiz, mutsuz, neşesiz, tatsız, asabi ve asık suratlı insanlar ülkesi haline gelmemiz hepimizi düşündürmelidir.

Neden bu halde olduğumuzu isterseniz benim üretimim olan bir fıkrayla anlatayım... Beyin cerrahları birbirlerine övünüyormuş... İngiliz beyin cerrahı konuşmuş: “Bizim ülkede tıp öyle ilerledi ki, biz bir adamın beynini alır, bir başkasına koyarız ve o adam bir başkasının beyni ile yaşadığını asla hissetmez...” Sözü Amerikalı beyin cerrahı almış: “Bu da bir şey mi, biz bir adamın beynini çıkarırız, ikiye böleriz, iki ayrı insana birden takarız, iki ayrı insan birden o beyni rahatça kullanır...” Sıra bizim Doktor Temel’e gelmiş: “Ula uşşaklar, haçan bunlar da ne ki!.. Biz bir adamın beynini çıkartıp yerine hiçbir şey koymuyoruz, sadece allah akıl-fikir versin diyoruz, nasıl amaaaa?..”

Şimdilerde vaziyetimiz sanırım bu fıkradaki gibi, aman siz siz olun ara sıra elinizle kafanızı kontrol edin, beyin yerinde değilse, mizahın da herhangi bir anlamı kalmaz zira!.. Her daim; gülekalın!..

(BU yazı Cihan Demirci tarafından BASAD DERGİSİ MAYIS 2006 sayısı için kaleme alınmıştır...)

Hiç yorum yok: