08 Haziran 2014

CİHAN DEMİRCİ, 50. ULUSLARARASI TEKİRDAĞ KİRAZ FESTİVALİNE SÖYLEŞİ VE İMZA GÜNÜYLE KONUK OLDU...

Cihan Demirci, bu yıl 50. kez düzenlenen Tekirdağ Kiraz Festivaline, 6 Haziran Cuma günü, festival alanı Kültür Çadırında gerçekleştirdiği "Damdaki Mizahçı" söyleşisi ve imza günüyle konuk oldu. Ancak bir sağanak konuk daha vardı onun hemen tepesinde!.. Bir haftayı aşkın süredir ısrarlı takipçimiz olan sağanak yağmur İstanbul'dan sonra Tekirdağ'daki 50. Kiraz Festivalinde de doğrusu sürekli peşimdeydi. Çokça nemli, epey sağanak, yer yer güneşli, ülke tuhaflığına uygun sıkıcılıktaki manyak bir hava atmosferinde Tekirdağ'da öyle bir söyleşi yaptım ki, kolay kolay unutamam. Zira sağanak yağış tam da bizim söyleşi saatine ayarlanmış gibi başladı. Zaten günlerdir süren sağanağın verdiği yüksek nemle ulaştığım Tekirdağ'da bir anda kendimi "Tekirdağ Köftesi" gibi hissettim. 

Cihan Demirci, Süleymanpaşa Belediyesi başkan yardımcısından plaketini alırken... 

Söyleşi yapmaya çalıştığım çadırda sağanak yağışın şiddetinden konuşmam duyulmaz haldeydi. Şiddetli yağmur Tekirdağ'daki söyleşiye beklediğim bir kaç genç mizah meraklısı arkadaşı da alıp gitmişti belki de... Ancak her türlü olumsuz vaziyete rağmen dinleyicimiz vardı neyse ki. Çadırın üstünden gelen yağmurun sesi öylesine şiddetliydi ki zaman zaman matkap sesinden farksızdı. Yağmurdan kaçarken doluya tutulduk derler ya durumumuz tam da buydu aslında!..:))


Delice yağan yağmurun sesini bastırmak için ben de inatla daha yüksek tondan konuştum. Dam üstünden yaptığım konuşmada muhalefetin dozunu arttırdıkça yağmurun şiddetinin de arttığını gördüm. Havanın bu ısrarlı muhalefetine direnen dama çıkmış mizahımın muhalefeti tüm olumsuz hava ve seyirci şartlarına rağmen pes etmedi. 

Tekirdağ'da söyleşimin öncesi saatlerde havanın henüz patlamadığı anlarda sahilde çay molası sırasında... Soldan Sağa: Cihan Demirci, Burhan Şeşen, Gözde Eldemir, Edibe Akçakaya ve Levent Ünsal arkadaşımız... 

Yağmurla karşılıklı birbirimize elense çektiğimiz bu enteresan söyleşiyi tam bitirdim ki aynı anda sağanak yağış da bitti... Hani bu kadar olur kardeşim... Yukardan birinin beni yıllardır takip ettiğine dair olan inancım biraz daha güç kazandı. Öyle ya da böyle, sonuçta n'olmuştur, söyleşi ve imza günü yapılmış, hava muhalefeti nihayetinde havasını almıştır!.. (Solda bu etkinliğin mimarı olan sevgili Burhan Şeşen'e kitap imzalarken...)

Cihan Demirci "Damdaki Mizahçı" söyleşisinin ardından kitaplarını imzalarken... 

6 Haziran Cuma günü gerçekleştirdiğim bu sağanak söyleşi ve imza gününün ardından akşam hava yeniden açtı ve gece festivaldeki konser alanındaki yağmursuz ender anlardan birinde Grup Gündoğarken'i, sevgili Gökhan ve Burhan Şeşen'le ekibini ve daha sonra onlara katılan Yeşim Salkım'ı dinledik. Konserde belediye başkanı ve vali dahil olmak üzere herkesin ayakta olması ve en ufak bir protokol havası bile olmaması gecenin dikkate değer anlarından biriydi doğrusu... 

Grup Gündoğarken'in 50. Tekirdağ Kiraz Festivalindeki konserinden bir an...

Grup Gündoğarken'in o harika şarkılarına kaptırdık kendimizi ve tabii bu konserin ardından Tekirdağ'da olduğumuzu unutmadan "rakı"ya kaptırma anlarımız geldi. Tekirdağ deyince çocukluktan beri aklımıza 3 şey gelir öncelikle; köfte, kiraz ve rakı...  Bizi bu festivale davet eden Tekirdağ Süleymanpaşa'nın henüz iki aylık taze Belediye başkanı Ekrem Eşkinat ve Belgin hanımın da katıldığı, müzisyen dostlarımızın ağırlıklı olduğu keyifli bir masada Belediyenin kültür komisyonu başkanı Edibe Akçakaya da tüm sıcakkanlılığıyla aramızdaydı. Bu arada şu "Süleymanpaşa" isminin bu belediyeye yeni konduğunu ve Tekirdağlılarca hiçte sevilmediğini söyleyelim. İsmin değişmesi için festivalde imza kampanyası bile açılmıştı gördüğüm kadar.

Konser sonunda, seyirciyi selamlayan; Gökhan Şeşen-Yeşim Salkım ve Burhan Şeşen... 

Yıllar öncesinden, ta 90'lı yılların başından Kent FM'den aşina olduğum Levent Ünsal arkadaşımız da aramızdaydı. Levent tüm festival boyunca gerçekleşen konserlerin sunumunu üstlenmişti. İstanbul'dan güzel bir sürpriz yaparak Gözde Eldemir arkadaşımız da katılmıştı, müzisyen ağırlıklı bu grubun arasına. Kısacası havanın kendini iktidar sanıp yaptığı tüm muhalefete rağmen sabaha dek süren keyifli ve muhabbet dolu bir gece yaşadık Tekirdağ'da.

6 HAZİRAN CUMA GECESİNDEN FOTOĞRAFLAR... 



Aslında 7 Haziran'da döneceğim Tekirdağ'dan, festivaldeki bir etkinliği özellikle izleme isteği içimi sarınca dönemedim ve 7 Haziran Cumartesi de benim açımdan çok hoş geçen, ilginç bir Türk-Macar dostluk etkinliğine tanık oldum. Çocukluktan beri Macarlara özel bir ilgim vardır, onları ayrı bir sever, Müslümanlık öncesindeki Türklerin gerçek ataları olarak görürüm ta Hun'lara kadar giderek. Yıllardır görmediğim, 26 yıl öncesinden arkadaşım avukat-gazeteci Sunahan Develioğlu'nun da konuşmacı olarak katıldığı bu etkinlik sayesinde Tekirdağ'da var olan Türk-Macar dostluğunun tarihini de öğrenmiş oldum. Önce, matbaayı Osmanlı'da kuran İbrahim Müteferrika'nın adını taşıyan parkta, Türk-Macar dostluğunu pekiştiren kısa konuşmalar dinledik. Sonra Macar Çocuk Dans grubunun şirin gösterisini ve Macar Bandosunu izledik. 

Daha sonra bu parka çok yakın olan Macar Prensi Ferenc Rakoczi adını taşıyan müzede aldık soluğu. 18. yüzyılda, III. Ahmet'in daveti üzerine Macaristan'dan Tekirdağ'a gelen Macarların ulusal kahramanı Prens Ferenc Rakoczi, 1717 yılından 1735'teki ölümüne dek Tekirdağ'da yaşamış ve Tekirdağ'da bir Macar-Türk dostluğu oluşmasının da temelleri atmış bir yerde. Onun adını taşıyan bu müzede, Macaristan Büyükelçisi Janos Hovari ile Sunahan Develioğlu arkadaşımın konuşmacı olarak katıldığı söyleşide konu "İbrahim Müteferrika" idi. 

Cihan Demirci ve Sunahan Develioğlu, Rakoczi Müzesinde...

Osmanlı'da matbaa denilince ilk akla gelen isim olan İbrahim Müteferrika da aslen Macar kökenli biri. 1674'te Macaristan'ın Kolojvar şehrinde doğan İbrahim Müteferrika, Osmanlı tarafından esir alınarak İstanbul'a getiriliyor, burada müslüman oluyor ve sarayda çalışıyor. Macaristan'daki öğrenimi sırasında basım işlerini de öğrenmiş olan ve pek çok dil bilen Müteferrika 1727 yılında Osmanlıdaki ilk matbaayı kuran kişi oluyor. Müteferrika aynı zamanda Macar Prensi Rakoczi'nin resmi tercümanlığını da yaptığı için sık sık Tekirdağ'a da geliyor. Tarihe olan hakimiyetiyle dikkat eden Macar Büyükelçisinin sevimli Türkçesiyle yaptığı konuşmanın ardından Sunahan arkadaşımız da en ince ayrıntısına kadar (Terekesinde yazılı 4 dona dek) bize Müteferrika'yı kapsamlı bir şekilde anlattı.

Kısacası sağanak şeklinde biraz gergin başlayan, ardından güzel bir konser, rakı ve muhabbetle şenlenen bir gecenin ardından bir türlü gitme fırsatı bulamadığım için hep yandığım Macaristan'ı daha da sevmemi sağlayacak tarihi bir mekanda, çok şey öğrendiğim, yararlı bir söyleşiyle noktaladım şu ilginç Tekirdağ maceramı... Şimdi, İstanbul'a dönmeden son anda aldığım şu kirazları gönül rahatlığıyla yiyebilirim artık!.. :) 


Hiç yorum yok: