Sevgili DAMDAKİ MİZAHÇI dostları... Aniden kışa daldığımız şu kasvetli, soğuk Kasım ayı başında sizlerle bu pazar biraz dertleşmek istedim bulunduğum damda... Karikatürcülüğüm yazarlığımdan 2 yıl daha eskidir. İlk karikatürüm 1978 yılının Ocak ayında yayınlanmıştır. İlk imzalı (ıslak imzalı!!!) yazım ise 1980 yılının Haziran ayında Gırgır dergisinde çıkmıştı. Anlayacağınız 2010 yılı benim yazarlığımda 30. yılım olacak. 30. yıla ne yazık ki iyi bir tabloyla giremiyorum. Yazar-çizerliğimde olgunluk dönemine gelmek üzere olduğum süreçte adeta atıl kapasite bırakılmış bir fabrika gibiyim. Üstelik o atıl fabrikayı satın alacak yabancılar da ortalıkta pek görünmüyor...
İlk kitabımı 1985 yılında yayımladığımı düşünecek olursak, 2010'da 25 yıldır kitap yayımlayan bir yazar olacağım. Üstelik 1990 yılından bu yana düzenli olarak her yıl kitap yayımladım. Yani son 20 yıldır kitap yayımlamadığım yıl olmadı. 2009 yılını Kasım ayında, henüz basılmış halini göremediğim epeyce gecikmeli yayınlanacak bir çocuk kitabımla 38. kitaba ulaşmış olarak noktalayacağım.
Şu anda basıma hazır pek çok eski ve yeni kitabım bilgisayarımın belleğinde bekliyor. Çünkü her anlamda "istop" ettiğimiz berbat bir dönemden geçiyoruz. Medyamızı tuzu kuru köşe kapmışlar sardığı ve onların da böyle dertleri olmadığı için sizler medyada yazarların-çizerlerin bu sorunlarını pek göremiyor, okuyamıyorsunuz. Çünkü her gün gözünüzün içine giren yazarların böyle sorunları pek yok.
Ama benim gibi tek kazancı yazar-çizerlik olanlar için durum hiçte parlak değil. Gerçi hiçbir zaman parlak olmadı ama 2009 denen şu rezil yılda gelinen nokta, geçmişi de mumla aratıyor. Zira yazar-çizer olarak TELİF HAKLARIMIZ HER GEÇEN GÜN DAHA DA GERİYE GİDİYOR, BU İŞİNİ CİDDİYE ALAN YAZAR-ÇİZERİ PEK SEVMEZ ÜLKEDE...
YAZAR VERGİ REKORTMENİ OLURSA!
Sizlerle epeydir paylaşmak istediğim bir yazı var... Hürriyet gazetesinin vergi uzmanı ve ekonomi yazarı Şükrü Kızılot, biz yazarların çaktırmadan "vergi rekortmeni" olarak bu ülkede nasıl sömürüldüğünü, 6 Eylül 2009 tarihli köşe yazısında bir güzel anlatmıştı... Bu yazıya değinmeye bir türlü fırsat bulamamıştım. Kızılot, Hitler'in 1933'te "Kavgam" adlı kitabının gelirlerinin yarısının "mesleki harcama " olarak gösterdiğinin altını çizerek Türkiye'de yazarın vergi durumunu sorguluyor ve şunları yazıyordu bu yazısında:
"... Hitler, kitap gelirinin yarısı kadar mesleki harcama göstermiş. Türkiye'de kitap yazanın adı da Hitler değil Hikmet olsun. Hikmet Bey, bırakın aldığı gelirin yarısını 1 TL dahi harcama gösteremez. Neden mi? Yasa böyle de onun için!.
Hikmet Bey'e telif ödemesi yapılırken; yüzde 17 stopaj (gelir vergisi kesintisi) yapılır. Ödemenin yüzde 18'de KDV'si vardır. Özetle Maliye'nin kasasına, telif ödemesinin yüzde 35'i kadar vergi girer. Diğerlerinin ne tür gelir olduğuna bağlı.
Örneğin; borsa kazancında yüzde 1 dahi vergi yok. Bir şahsın, ortağı olduğu anonim şirketin hisse senedini 2 yıl geçtikten sonra satıp, 500 milyon TL kazanması halinde, 1 TL dahi vergi yok. Yabancıların, Türkiye'de elde ettikleri Hazine bonosu, Devlet tahvili ve Eurobond gelirlerinde, stopaj da sıfır, vergi de...
Bu yönüyle, Türkiye'de kitap yazanlar vergi rekortmeni!.."
Şükrü Kızılot'un bu verdiği bilgi biz yazarların durumunu özetliyor... Telif ödemesi yapılırken yüzde 17 stopaj kesintisi yazardan kesiliyor. Yüzde 18'de KDV alınıyor. Böylece Maliye'nin o doymak bilmeyen kasasına telif ödemesinin 35'i kadar vergi giriyor... Oysa yazıda gördüğünüz gibi borsa kazancında VERGİ SIFIR!.. Yani bir kuruş vergi yok.. Bir yabancı, ülkenizin (aslında bizim ülkemiz değil artık burası ya) borsasında (!) bir kuruş vergi ödemeden elini-kolunu sallayarak para kazanırken yazarın-çizerin nasıl kürek mahkumu olduğu ortada...
Yanlış ülkede yanlış iş yapan biri olarak bu duruma İSYAN ETSEM NE YAZAR!.. Çünkü ülkemde adına "YAZAR" ya da "ÇİZER" denen kitlenin çoğunun umurunda bile değil bu durum. Çünkü onların çoğu başka başka mesleklere sahipler ve sanatla ilgili işleri sadece "hobi" düzeyinde yapıyorlar ama "hobi" düzeyinde yaptıkları bu işlerde, sadece bu işi yaparak geçinenlerden çok daha fazlalar sayı olarak... Hem bu işi hobi olarak yapıyorlar ama hem de sadece bu işle yaşayıp-soluk alanların önünde duruyorlar. Onlar ön planda, gerçek emekçiler ise taaa arkalarda, her daim olduğu gibi... Sadece yazıp-çizerek yaşamayı seçenlerin sorunlarından-sıkıntılarından bu anlamda epeyce uzaklar aslında...
Nasıl olsa başka bir yerden de az da olsa gelir olduğu için yazar-çizer dediklerimizin "Telif hakları" gibi hassas konularda gıkları bile çıkmıyor. Çünkü çoğunun tek derdi sadece kitabının yayınlanması. Yüzde kaç alırsa alsın, ne kadar vergi kesilirse kesilsin hiç önemli değil, tek dert sadece ve sadece o kitabın yayınlanması. Bunların çoğu telif sözleşmesine göz bile atmamıştır. Yayınevi ne verirse, ne derse eyvallah demiştir. Çünkü bu arkadaşların kitaplarının yayınlanması mesleğin yaşadığı bitmek bilmez telif hakkı sorunlarından daha önemlidir...
25 yıldır kitap yayımlayan, son 20 yıldır her yıl düzenli kitap yayımlayan dik başlı bir yazar-çizer olarak benim gibi telif sözleşmesi üzerinde hassasiyetle duran, yazarı sömüren maddelere ses çıkaran, yayımladığı kitapların çok büyük kısmında kişisel çabasıyla bu maddelerin çoğunu değiştirmeyi başaran bir yazar olarak ben de artık çok ama çok yorgunum... Çünkü bu telif hakları mücadelesinde yazar olarak çok yalnız kaldım.. Zira telif sözleşmelerinde titiz davranmak yüzünden pek çok yayıneviyle sorunlar yaşadım doğal olarak. Bu nedenle en son kitabımda ben de umarsa(ya)madım artık sözleşme maddelerini ve bugüne dek benim açımdan en ağır sözleşmeye imza attım... 25 yıllık kitap yayımlama maceramda telif hakları konusunda aşağı-yukarı her maddede geriye gitmiş oldum bu yüzden... Krizle gözümüzü açtığımız, krizlerin asla bitmediği bir ülkede ömrümüz bitecek ama bu krizler bitmeyecek. Çünkü bu ülkenin yaptığı işi "hobi" düzeyinde yapan az sayıdaki yaar-çizerinin herhangi bir YAPTIRIM GÜCÜ YOK... Bu gidişle de hiç olmayacak... Sadece medyanın pompaladığı, gözümüze soktuğu yazarları okuyacak, onlarla yatıp, onlarla kalkacak bu toplum...
Çünkü eli kalem tutan, adına hemen "aydın" dediğiniz yazar-çizer takımı henüz kendi telif haklarının bilincinde, ayırdında bile değil... Böyle bir derdi yok... Daha da vahim bir durum var son zamanda... Pek çok yayınevi yayımladığı kitapların parasını artık yazardan alarak basıyor. Böyle yeni bir "yazarcık" tipi doğdu ülkede. Kitabın bütün maliyetini veriyorsun yayınevine şak diye basıyor kitabını ve sen de böylece yazar olduğunu sanıyorsun. Tuzu kuru bir kesimin son eğlencesi bu. Kitabı yayınlansın diye artık kitabın tüm maliyetini kendi cebinden veren yazarlar, ülkede kalan son gerçek yazarların da üzerine toprak atıyorlar adeta ellerindeki o kazmayla... Onlar ellerindeki kalem sanıyor ama o ellerindeki kazma onların... Üzerimize toprak atıyorlar o kazmayla... Bunun dışında telif yüzdeleri aşağı düştükçe aşağı düşüyor... Bırakın telif yüzdesini yazara her basımda verilen kitap sayısı bile içler acısı... Sözleşme süreleri de yayınevi lehine hep uzun. Yazar fazladan kitap almak istediğinde bile dağıtıcıyla aynı orandaki indirimle kitabını alabiliyor. Oysa dağıtıcı yazardan kat kat çok kazanıyor. Kitapta en çok parayı onların kazandığını söyleyebiliriz. Ben de bu doğal kriz ortamında artık şu madde böyle olmasın, şu madde şöyle olsun diyecek durumda değilim ne yazık ki... Ne de olsa bu anlamda ne derneklerinin, ne örgütlerinin herhangi bir yaptırım gücü olmayan bir ülkenin bahtsız yazarıyım... Bu ülkede en zayıf dernekler ne acı ki yazar dernekleri, yazar örgütleri sevgili dostlar, sadece yıllık aidat istemeyi bilir onlar... "Beni atın" dedim ve çoğuyla kendi isteğimle ilişkimi kestim.
Bir kitap fuarının daha başladığı, şu kasvetli Kasım pazarında sizlerle dam üstünden bunları paylaşmak istedim... Hakkı epeyce yenmiş bir yazar-çizer olarak, en azından tarihe bir BLOG NOTU DÜŞMEK İSTEDİM...
DAMDAKİ MİZAHÇINIZ CİHAN DEMİRCİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder