12 Kasım 2006

İçine sindiremeden uzaklara
giden bir liderin ardından…
BİR HÜZÜNLÜ ÖYKÜ:
BÜLENT ECEVİT
Karikatürünü ilk kez 11 yaşında çizmiştim. Bu da 44'lerken son Ecevit çizimim...

Bir hüzünlü öyküdür Bülent Ecevit benim için… Ben doğduğumda o Çalışma Bakanıymış… İlkokulda derslerime çalışırken o CHP’nin genel başkanı oldu… Üniversiteye adım attığım 1980’de ise, hayatımızı karartan o berbat darbe hem onu, hem de bizi savurup, fırlatıp attı… Öylesine fırlatıp attı ki, onun deyimiyle; bir daha içimize sindiremedik hiçbir şeyi… Şu acı bir gerçek ki; bir daha ne o, ne de biz kendimizi 70’li yıllardaki kadar “güzel” bulamadık bu ülkede… Henüz onun siyasi hayatından kısa olan ömrüme çocuk yaşlarda “umut” sözcüğünü o sokmuştu ilk kez… Olasılıkta onunla girmişti dilimize… Ne de olsa “Umudumuz”du o yıllarda… Yoksa umudun olasılığı mıydı?.. 70’li yıllardı… Güzel yıllar… Kirlenmemiştik bu kadar henüz… 14-15 yaşlarındaydım… 1977 seçimi öncesindeki günler geliyor şimdi aklıma…. İçimizi “Ecevit” heyecanının sarmaladığı o heyecanı bol, müthiş günler… Seçim otobüsünün peşinden Aksaray’dan Saraçhane’ye dek koştuğum o günler… Sonra daha geriye gidiyorum. Evde, tuhaf ve farklı bir çocuk olarak kendi kendime dergi ve gazete yaptığım 70’li yılların başlarına gidiyorum… Henüz 9-10 yaşlarında başlamıştım, mizah dergisi ve günlük gazete hazırlamaya… Bugün bile bazıları duruyor. Onlardan bir tanesi 20 Temmuz 1974 tarihi taşıyor. 11 yaşında bir çocuk olarak o gün, “2. BASKI” olarak çıkarmışım gazetemi.. Manşet haber: “Askerlerimiz Kıbrıs’ta”, sonra en arka sayfada belki de çizdiğim ilk Ecevit karikatürlerinden biri var. Derken aklıma bazı bilgiler düşüyor… 1971’de 12 Mart darbesine karşı duruşu ve sırf bu yüzden CHP genel sekreterliğinden istifa edişiyle kazandığı sol puanlar, ülkemizdeki sendikal hareketlere öncülük yapması, emekten-işçiden-üreticiden yana olan samimi tavrı… 1972’de CHP’nin başına geçmesi, 1973’te yüzde 33 civarı oy almasına rağmen, rezil bir seçim sistemi yüzünden tek başına iktidar olamaması ve uzun süren o bitmek bilmez hükümet kurma maceraları, derken MSP gibi gerici-dinci bir partiyle kurulan berbat bir koalisyon ve Ecevit’in çocuk yaşta gözümde yitirdiği ilk puanlar… Bu hükümet döneminde palazlanmaya başlamıştır ne de olsa gerici kadrolaşma. Sonra en parlak dönemi olan 1977 seçimlerinde zirveye çıkışı, yüzde 41’i aşan bir oy alması ama gene seçim sistemi rezaleti nedeniyle tek başına iktidar olamayışı… Asla tek başına iktidar olamayan, hayatı boyunca koalisyonlara mahkum kalan şair bir siyasetçinin yüzüne vuran o hüzün… Sonrasında dağılmaya, kırılmaya başlayan o mavi umutlarımız… 1980 darbesinin yarattığı o mavi bereli derin tahribat ve 80’lerin ortasında DSP’nin kuruluşu… DSP yıllarıyla birlikte çizgisinden adım adım uzaklaştığım bir Ecevit… Uzakta kalan eski bir liman gibi, içimi saran tanıdık bir hüzün… Hayatı boyunca 5 kez başbakan olan ama bir kez olsun bile “Tek başına iktidar” olamayan bir Ecevit… Bu bile affettirir bazılarına onu… Hem de en büyük rakibi Demirel’in günün birinde cumhurbaşkanı olduğu bir ülkede, tek başına iktidar olamamış bir Ecevit… Bir sürü Ecevit var benim için… Bir yandan umut, bir yandan umut kırıklığı… Bir yandan o , bir yandan Rahşan hanım… Anlatılması zor, acılarla örülü, 70’lerden kalma buruk bir sevgi… Bir yandan laiklikten ödün vermeyen ama bir yandan da laikliğin en sinsi düşmanı Fettullah Hoca’lardan övgüler alan, onlara koltuk çıkan bir Ecevit portresi… Bir yandan solcu ama bir yandan da soldan her geçen yıl daha da uzaklaşmış, sonunda içine hiçbir şeyi sindiremez hale gelmiş, dürüst bir liderin portresi… Bir yandan dürüst, nazik, onurlu, saygılı, ince, hassas bir insan, diğer yandan çevresini saran yiyici takımını ve nice Hüsamettin’leri fark edememiş bir başka kişilik… 90’ların sonlarında düşen performasıyla ve 2000’lerin başlarındaki inadıyla AKP’nin altına adeta kırmızı halı serilmesine katkı sağlayan bir Ecevit… Acaba hangisi Ecevit’ti?.. Lakin her türlü yanlışına rağmen, son 50 küsur yılın, o rezil, o kirli politikacı portreleri içersinde, gene de ışıldayan temiz bir şair yüzü… Siyasetimizde örneği pek görülmeyen, okuyup-yazmış bir entelektüel beyin… Bugün ülkede her önemli cenaze sonrasında yaşanan o ikiyüzlü tabloya bakarak içim bir kez daha ürperiyor. Kim ne derse desin. Ne kadar sahtekar bir toplum olduğumuz cenazeler sayesinde tekrar tekrar yüzümüze, yazımıza, yazgımıza vuruyor... Zamanında Ecevit’e her türlü zararı verenlerin, onu düşürmek, onu yıkmak için yırtınanların timsah gözyaşları günlerdir dinmiyor… Öylesine sırıtıyor ki bu gözyaşları insanı çileden çıkarıyor… Bu bir günah çıkartma mıdır?.. Yoksa bu ülke artık sadece günahkarlardan mı oluşuyor?.. Neden böyleyiz biz?.. Neden hep ölünce kıymetli olur bu ülkede insanlar?.. Neden yaşarken farklı, ölünce farklı bir tavır… O benim için, bu ülkenin hüzünlü siyasi tarihinin en önemli yıldızlarından biriydi. Ama yıllar önce kayan bir yıldızdı. Gökten kayarken, tuttuğum dileklerin tutmadığı bir yıldız… İçimi burkan, içimi acıtan bir yıldız… 44 yılı bulan ömrüm hep onunla geçti bu ülkede, onu çizdim, onu yazdım… Onun son 5-6 yılda içine düştüğü perişan durum benim hep içimi ezdi… Cenazeye bakıyorum, içimdeki hüzün azıyor… Anayasa kitapçığı kafasına atılan bir cumhurbaşkanının koluna girerek ayakta durabilen Rahşan hanım takılıyor gözüme… Cenaze arabasının arkasına sımsıkı yapışmış bir Rahşan hanım… Önce çiçekler, sonra yanlışlar düşüyor, Ecevit dizelerinin üstüne… Müthiş bir kalabalık… Ecevit’i 2002 seçimlerinde sandığa gömmüş bir halk şimdi Ecevit’ine ağlıyor… Gözyaşları sel olmuş Kızılaya akıyor… Ankara yüzbinleri ağırlıyor…

Belli ki her şeyi anında unutan halkımız Ecevit’le ilgili pek çok şeyi de kısa sürede unutacak, onun dürüst bir lider oluşu anımsanacak belki de sadece… Ne de olsa burası artık dürüstlüğünü çoktan yitirmiş bir ülkedir… Dürüstlüğünü yitirmiş bir ülkede, aslında kendi geleceğine ağlayan bir halkın gözyaşlarındaki pınarlar kuruyana dek akacak, akacak, akacak… Olan gene sadece, içine sindiremeden bu topraklardan gidene olacak, tıpkı diğer gidenlere olduğu gibi… Hayatımızdan bir parça olmuştun sen, güle güle Ecevit!..

ECEVİT'Lİ YILLARDAN
GIRGIR VE ÇARŞAF
KAPAKLARI
Gırgırlı yılların lideriydi Ecevit... 1972'de Gırgır'ın çıktığı yıl o da CHP'nin başına geçmişti. Gırgır'ın adını duyurmaya başladığı 1973'te ise seçimleri kazanmıştı. Sayısız kez kapak oldu Gırgır dergisine... Ancak Erbakan'la 1974'te kurabildiği MSP-CHP koalisyonu olumsuz anlamda Gırgır'a çok fazla malzeme oldu. İşte 1974'lerden kalma bir Oğuz Aral çizimli bir kapak. Davul tamam da, zurnanın sesi çatlak çıkıyor!.. Diğer kapak ise; Çarşaf dergisinin 5. sayısına ait, 1976'dan kalma bir Semih Balcıoğlu kapağı... Sahi pek okunamayan alt yazısında: "Ülkenin en yi hatibi" yazıyor...
Gırgır'lı yıllar... Ecevit'in başbakan olduğu 70'li yıllardan iki kapak örneği daha... Birisi Mehmet Polat çizimi, diğeri Oğuz Aral... 1978'lerde Ecevit'in başbakan olduğu dönem, Ecevit o dönemde Demirel'in ardından gelmenin talihsizliğini yaşıyor, diğer kapaktan ise onun iktidardan ziyade muhalefette başarılı olduğunu anlıyoruz.
İşte 1978'lerden gene Ecevit'li iki Gırgır kapağı, ikisi de Oğuz Aral çizimi... Bir kapakta ambargo derdi yaşayan Ecevit, diğerinde ise dertlere "Aspirin" yazmaktan öte çare olamayan doktor bir Ecevit...

Hiç yorum yok: