12 Eylül 2006

Benim miladım: ‘12 Eylül’
26. yılında…
EYLÜL İZİ

Bir konsey kondu pencereme
Yüzümde beş generalin şaplağı
Hakiydi hakim renk ömrüme
Postalcı kapıyı üç kez çaldı
Evrenim daraldı o günden beri
Her Eylül onikiden vurur
Darbe yemiş yüreğimi

Cihan Demirci

(Henüz yayınlanmamış şiir kitabından)

O sıralarda henüz 17’sinden 18’ine ürkek adımlar atmaya çalışan bir gençtim. Hani şimdinin ‘gnc’lerinden filan da değil, bütün sesli harfleri her daim üzerinde olan harbiden bir genç! Derken ışıkları söndü ömrümün…Sonra bir de baktım ki ‘darbe’ olmuş. Günlerden: 12’siydi, aylardan: Eylül, yıllardan: 1980…

Gene aylardan Eylül ve gene ayın 12’si bugün… Ömrümüzü, geleceğimizi 12’sinden vurup çalan o gün!.. Geldik gene benim gerçek miladımın 26. yılına… Bugün hoyratça içine düştüğümüz kültürsüzleşmenin, pek çok zincirleme sorunun ana kaynağı olan bir darbenin üzerinden koskoca bir çeyrek asır geçmiş ve ülkemde, 78’liler girişimi dışında pek de ses veren yok!

Sahi orada kimse var mı? Orada 26 yıl önce bir “12 Eylül” fırtınasına yakalanmış bir halktan herhangi bir iz, herhangi bir eser kaldı mı?

Ey bu dünyanın en zayıf belleğine sahip toplumu! Ey benim topluca Alzheimer hastalığına yakalanmış, hafızası yitik halkım! Tamam, giderek globalleşen ve aynı kabın içini doldurmaya çalışan bir dünya ile karşı karşıyayız, bunu ben de biliyorum. Toplumlar arasına şimdilerde birileri karbon kağıdını çoktan koydu, ona da eyvallah ama şunu da biliyorum ki bellek düşmanlığında hala tur bindirmekteyiz cümle aleme!..

Malumunuz, 2001 yılının 11 Eylül’ü tüm dünya halklarıyla birlikte bizim de miladımız oluverdi şıppadanak!.. Eeee kolay mı Sam Amca’nın ikiz kuleleriydi sonuçta yıkılan. İkizlere takkeydi vaziyet! Takkenin altında bir tekke, derken medrese, her neyse… Sonuçta şu global dünyada, bütün dünya halkları 11 Eylül miladında birleşti. Oysa biraz ileriyi görebilen bir halk oluverseydik inatla, öyle fazla ileriyi de değil hani, sadece bir gün ilerisini, suratımıza çarpacaktı kendi yıktığımız kumdan kulelerimiz. Görebilseydik bir gün sonrasını, 12 Eylül tarihi çıkacaktı karşımıza. Son kullanma tarihi hala geçmemiş olan bir “12 Eylül” tarihi...

Beyler, bayanlar, şu global dünyaya belleğini otantik bir kilim gibi yayanlar; sizi bilmem ama benim miladım hala 12 Eylül be kardeşim! Benim henüz ikiz kuleleşmiş, kuleden kuleye şahin uçuramamış o siyah-beyazla toz-pembe arası hayallerimi, aşkımı ve seni 12 Eylül yıktı bundan tam 25 yıl önce. Üniversiteye henüz ön kapısından ilk adımı atmaya hazırlandığım bir anda tanklar geçti geleceğimin üzerinden. Bir adam çıktı siyah-beyaz TRT ekranına, ülkeye el koyduğunu söyledi. Aslında el konan geleceğimizdi, karanlığın ardından göreceğimiz güzel günlerdi...

Şimdilerde Sibel Can'ların vücudunun "tam resimlik" olduğuyla ilgilenen, fırça darbeleriyle yetinen bir Paşa portresi!..

“Postalcı” kapıyı üç kez çaldı!..

Darbelenmişti gençliğimiz. Postacı değildi gelen, postalcıydı ve son yirmi yılda kapıyı üçüncü kez çalmıştı o postalcı! Birdenbire sipsivri kalakaldık o zamanlar henüz globalleşmemiş dünyanın ortasında. Moğolların o güzelim ezgisi; ıssızlığın ortasında gibiydik. Paşa paşa içip çaylarımızı bir güzel de konseylendik! Bol konseyli günlerden geçtik. Konseptimiz konseydi!..

Sonra o darbenin ekmeğini bir tontona ihale ettiler. O tonton ki, belleği zayıf olanlar için bir kez daha anımsatılır; ya da hiç bilmeyen bir kuşak için ilk kez vizyona sokulur; tıpkı şimdilerdeki bir muhterem gibi İMF’nin önünde taklalar atarak, parendeler çevirerek para dilenirken aradan üç yıl geçmedi ki, tez vakitte iktidarda buluverdi kendini. 12 Eylül’ün omuzları kalabalık o yıkıcı rüzgarını da arkasına alarak yıkıp da geçiverdi ne kadar ilke ve ne kadar değer varsa. Usame Bin Ladin halt etmişti yanında. Onun memuru işini bilirdi artık, rüşvetini yer, en paşasından köşesini dönerdi... Dört eğilim dediler o vakitler, bu belleği gaydırı guppak topluma en bolundan bir elbiseyi dört bir tarafından bir güzel giydirdiler! O elbise ki, o topluma bol geldi, içinde kaybetti insandan yana olan tüm değerlerini. O toplum ki o bol elbisenin içinde yitip gitti. Kumdan kulelerimizi, kumdan kalelerimizi yıktılar bizim...

Ülkeye el koyup ülkeyi kurtardığını söyleyen adam bir süre sonra sadece ve sadece kendini kurtarıp güneye palet açtı. Ülkenin robot resmini yapacak zannettik önce ama o insanları robot yapacak bir düzeni tercih etti sadece. Postal darbesinin üzerine fırça darbeleri çekerek kapatmaya çalıştı bir beyaz tuvalin üzerindeki o yırtık resmi. Ama resim o kadar resmiydi ki, onun fırça darbeleri asla kapatamadı o karanlık ve yırtık resmi. Beyaz boyaları boca etse de üstüne nafileydi, o emrindeki beyazları sürdükçe tuval daha da kirlendi. Ülke daha da yağlı bir boya kokar oldu!.. Kurtarmaya çalıştığı bir tuval onca fazla boyayı kaldıramayıp tam orta yerinden delindi! Adam gibi bir ülkede olsaydı o tuvali ortasından delen kişi, bu yaptıklarının karşılığını elbette “ressam” olarak almayacaktı. Ama bizler onun resmindeki yüzlerce yanlışı bırakıp, gazete bulmacalarındaki resimlerin dokuz yanlışını bulmakla avunduk her Pazar günü...

Oysa “postal” konmasaydı ülkenin gelecek günlerine, bu ülke bulacaktı kendi yolunu. Oysa aynı silah tüccarıydı sağına da, soluna da aynı silahı satan, aynı kişiyi zengin ederek birbirini vuran genç yürekler elbet farkına varacaktı o pis kumpasın. O tüccar ki, 12’den vurup Eylül’ü silahtan uyuşturucuya terfi etti 12 Eylül sonrasına düşen bir karanlık gecede. Peki ne oldu? Aranan kan bulundu mu? Kan durdu mu? Şehirdeki kanı, şehirden alıp da güneydoğuya yığmak mıydı bu 12 Eylül’ün harcı...

Tarih: 12 Eylül 1980... Artık hiçbir şey eskisi olmayacaktı!..

Bundan tam 26 yıl önce bir 12 Eylül sabahı benim ömrüm çalındı! Yapılan basit bir organ hırsızlığından öteydi beyler, bayanlar! Yüksek organlarca yapıldı bu müthiş hırsızlık! İşte o gün, bugündür iflah olmuyor krizi bol yüreğim. İşte o gün, bugündür düşmüyor yüksek enflasyonum. Düştü diyenler yalan söylüyorlar kendi uydurdukları hesaplamalarla. İşte o gün, bugündür bellek cahili beynim. Bundan tam 26 yıl önce bir 12 Eylül sabahı, benim yaşam miladım oldu. Etik değerlerim henüz kule yüksekliğinde de değilken dümdüz edildi bir anda. Peki ne oldu? Neresi kurtuldu bu ülkenin? Hangi düzlüğüne çıktı insanlar geçim teknesinin. Kimler ihya, kimler Yahya oldu? Kimler palazlandı, kimler gazlandı, kimlerin sırtı sıvazlandı, kimlerin beynine demirler parmaklandı! Ha sahi bu arada ülkeyi kurtaran adam şimdi ne mi yapıyor? Bazen Marmaris’teki villasında, bazen Bodrum’daki yazlığında, bazen de Datça’da aldığı evde yaşıyor... Kendisinin geçenlerde şöyle dediğini duydum bir kanalda: “Artık askerden medet ummasınlar, askere gelmesinler. Sokaklara dökülsünler, sivil toplum örgütleri var, çözüm artık onlarda…”

Sanki biri bizimle dalgasını mı geçiyor ne? 26 yıldır hem de… Paşam diyor ya, sokaklara dökül giden ömrüm, döküldüğün sokaklara!!!

Penceremi açıyorum hayata. Aşağıda çoğunluğu 70’li yılların sonrasında, 80’li yılların ortasında doğmuş gençlerimiz. Sam Amcalarına açık bıraktıkları göbeklerinden bağlı bir miladın çok çıtır genç kızları, pek ‘parlak’ delikanlıları... Kendi miladlarını 11 Eylül 2001 sanan USA tişörtlü ‘gnc’ insanlar. Global yurttan fizik ve beden sesleri korosu!

Seslenmek istiyorum onlara; arkadaşlar, heeeey meeen, heeeey girls, hiiiii boys! Çocuklar sizi birileri fena halde kandırıyor yaaaa! Ülkenin medyasında artık pek bulamazsınız benim gibi farklı günde çıkan sesleri ama şunu bilin ki; 26 yıl sonra bile bizim buralarda milad hala; “12 EYLÜL” arkadaşlar!..

Arkadaşlar; içinizde hiç duymamış olanlar olabilir, mümkündür ama en azından şu tarihi bir kenara, bir köşeye yazın, eğer belleği olan hala kaldıysa onun belleğinin derin dondurucusunda bir süre de olsa saklayın. O tarih ki: 12 Eylül 1980’di... Ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı, olmadı da...

(Damdaki Mizahçı'nız Cihan Demirci'nin bu yazısı geçtiğimiz yıl 12 Eylül'ün 25. yılı anısına yazıldı ve kültür-sanat-edebiyat dergisi İLE'de sonrasında da, kısaltılmış haliyle de Birgün Gazetesi Pazar ekinde yayınlandı...)

1 yorum:

Birsen Şahin dedi ki...

Don Quıchotte'da gördüm bloğunuzu adresini. benim de aynı konuda yazım vardı orada. Ben de sizin gibi blogspot kullanıcısıyım.

Yazınızı beğendim.