02 Haziran 2006

CUMHURİYET-KİTAP'TA
SÖYLEŞİ...
Cumhuriyet-Kitap eki için Buket Varol'un benimle 2006 yılının Ocak ayında yaptığı röportaj 1 Haziran 2006 sayısında yeni yayınlanabildi. Sağolsun kitap ekindeki dostlar, bizim röportajları, kitaplarımız üzerine yazılan yazıları aylarca demlendirir, demlendirir öyle yayınlarlar. Bu durum yıllardır hiç değişmedi. Röportajın üzerinden 5 ay geçince, geçenlerde bu röportajda eskiyen yerler düzelterek tekrar iletilmişti ama gene ilk haliyle yayınlandı!.. Şaşırdım dersem yalan olur!.. Ama bu bloga dergiden o ilk halini kopyalamak yerine, son haliyle yollanmış bölümü koydum... Bu benim başıma hep gelir, 1 yıl beklediğim anlar da oldu... Hayat bazıları için bekleme salonunda geçiyor, n'apalım, o yüzden havalar çok sıcaklasa da damda dolaşmaya devaaaaaam!.. BİZ GELELİM SÖYLEŞİYE...
***********************************************************************************

Yazarlığının 25. yılını
geride bırakan
Cihan Demirci ile konuştuk:
“Mizah sayesinde
dayanabiliyorum bu akla ziyan ülkeye!..”
Mizahımıza 1980’li yıllarla birlikte yepyeni bir tarz getiren birkaç “öncü” mizah ustasından biri olan Cihan Demirci 2005 yılında yazarlığının 25. yılını geride bıraktı. Mizahımıza hem yazar hem de çizer olarak yoğun emek veren Cihan Demirci bu yüzden 2005’te pek çok kitap yayınladı… Mizah ustasıyla mizahı, son kitaplarını ve yazarlığının 25. yılını konuştuk…
Buket VAROL
- Mizahın, özellikle de “ciddiye” alınan mizahın edebiyatımız içersinde hak ettiği ilgiyi gördüğünü söyleyemeyiz. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde modern anlamda Hüseyin Rahmi Gürpınar ile başlayan mizah edebiyatımız özellikle 1980’li yıllarla birlikte başlayan bir süreçte epeyce geriye düşmeye başladı hayatımızda. Hele hele şimdilerde mizah denince insanların aklına sadece “Stand-up” denen sabun köpüğü türden başkası gelmiyor. Geride bıraktığımız 2005 yılında 90. yaşı kutlanan mizahımızın büyük ustası Aziz Nesin’in de kendini edebiyat camiasına kabul ettirene kadar pek çok güçlük çektiğini bizzat anılarından ve yazılarından biliyoruz.. İşte böylesi bir ortamda ilk mizah yazısı 8 Haziran 1980’de dönemin parlak dergisi “Gırgır”da yayınlanan Cihan Demirci, geçtiğimiz 2005 yılında yazarlığının 25. yılını geride bıraktı. Cihan Demirci, “Gırgır” kuşağının mizahçılarından biri olarak, yani daha “popüler” bir çizginin adamı olarak yola çıkmasına rağmen, aradan geçen 25 yıl içersinde işini oldukça “ciddiye” alan, üretken ve özgün bir kalem olarak mizah edebiyatımızdaki yerini şimdiden aldı. Demirci, mizahımıza ve argomuza “Geyik muhabbeti, espirin, laforizma, medyazori, dinbaz, volitika, kıronder” gibi pek çok kelime, deyim ve terim kattı bunca yıl içinde. 1990’lı yıllarla birlikte mizahımızdaki muhalif tavrın epeyce zayıfladığı ve köklü bir geleneğe sahip mizahımızın da büyük oranda popüler kültürün sıradan oyuncaklarından biri haline geldiği bir ortamda yaşanan fırtınalara rağmen ayakta kalmayı becerebilen ender mizah ustalarından biri oldu. 2005’in son günlerinde talihsiz bir trafik kazası geçiren Cihan Demirci ile söyleşimize “geçmiş olsun” dileğiyle başlarken, ona sormak istiyorum. Komple bir mizahçı olarak 25 yılı geride bırakmak nasıl bir duygu yükledi size ve kaleminize…

Cihan Demirci'nin 2005 sonlarında yayınladığı çocukluk anıları kitabının kapağı....
- Önce şunu söylemeliyim ki, yazarlığımın 25. yılı az daha giderken beni de yanında götürüyordu!.. Gerçekten de çok ciddi bir kazayı ucuz atlattım ama bu ülkede zaten kazara yaşadığımız için hayatlarımız zaten yeterince çok ucuz. Ancak böyle acılı ve hüzünlü anlarda “mizahçı” olmak çok daha büyük bir avantaj. Ben son 2 yılda iki büyük ölümcül kaza atlatmış oldum ve ikisinde de hayata mizahçı gözüyle bakıyor olmamın getirdiği “dayanma gücünün” sihrini hissettim. Evet dediğiniz gibi, yazarlığımın 25. yılı geride kaldı 2005’te… Çizerliğimde ise 27 yılı geride bıraktım bu arada. Bunca yıl sonra geriye dönüp baktığımda kendimi yeterli bulduğumu söyleyemem. Zira “Tembel Tenekeler Ülkesi” bir ülke için fazla sayılabilecek bir üretimde bunmuş olabilirim ama bana sorarsanız kapasitemin ancak 25’ine ulaşabildim bunca yılda. Yapmak istediğim pek çok şeyi yapma fırsatı verilmedi bana. Bu şansı pek bulamadım. Hep tırnaklarımla kazıyarak ulaşmaya çalıştım her şeye. Örneğin hem alaylı hem de eğitimli bir senarist olarak televizyonlara komedi dizisi yazamadım. Yazdım ama nitelikli bulunduğu için rafa kaldırıldı. Bu kokuşmuş düzen benim önümü ve sesimi tıkadı hep. Popüler kültürün çok tehlikeli bir oyuncağı olan mizahı en saf ve en muhalif haliyle sevdim ve 25 yıl boyunca hep bu haliyle yaptım, ölene dek de mizaha yakışan bu samimiyet ve muhalif tavırla yapacağım…
- Mizahımız, hem dergiler, hem medya hem de edebiyat anlamında özellikle 1990’lı yıllarla birlikte, bence en önemli özelliği olan “muhalif tavrı”nı sizce neden yitirdi, neden sıradanlaştı ve basit bir popüler kültür aracı oldu, bu konuda ne dersiniz?..
- Gerçekten de 1990’lı yıllarla birlikte, bu konuda milat aslında “Leman” adlı mizah dergisinin çıkışıdır ki, pek çok şey bu dergi ile birlikte bozulma hızını artırmış ve mizah sıradan, lümpen bir araç haline getirilmiştir. Benim hayatım tüm şanssızlıklarıma rağmen beni ayakta tutan, çok büyük manevi zenginliklerle doludur. Son 25 yılım bu anlamda çok zengin geçti. Çok fazla değerli insan tanıdım. Bugün çoğu aramızda değil. Sadece “Gırgır” ve “Oğuz Aral” anlayışıyla yetinseydim mizah dergilerinde sıkışıp kalan bu arkadaşlar gibi de olabilirdim ama GÜM adlı bir kurumda çalıştığım 5 yıla yakın bir süre ve yurt dışında geçirdiğim iki yıla yakın zaman benim ufkumu açtı. Bu kurum sayesinde; Aziz Nesin, Haldun Taner, Sadık Şendil, Ümit Yaşar Oğuzcan, Ahmet Üstel, Altan Erbulak, Sulhi Dölek, Savaş Dinçel gibi çok önemli mizah ve komedi ustalarıyla çalışma fırsatım oldu. Suavi Sualp gibi hayatı üzerine kapsamlı bir kitap da yazdığım müthiş bir mizah dehasını yakından tanıdım. Dediğiniz gibi gerçek mizah, “muhalif” olmalıdır, “samimi” olmalıdır. Asla ve asla bir “iktidar gücü” haline gelmemelidir. Bugün gelinen noktada durum hiçte böyle değil. Özellikle televizyonları saran birbirinden sıradan “komedi” dizileri aracılığıyla günümüzün sözde mizahçıları, mizah yazarları Aziz Nesin ustanın adeta aklını çınlatarak daha da “aptal” bir toplum yaratmaya çanak tutuyorlar sanki. Çünkü günümüzün mizahçıları bu anlamda popüler kültürle bırakın dalgalarını geçmeyi, onu daha da besleyip palazlandırıyorlar. Mizahı sıradan bir tüketim malzemesi haline getiriyorlar. Mizah iktidar olursa biter. Mizahın bugün içine düştüğü açmaz budur. İktidar olan mizah bitmiştir ama bizim gibi hâlâ mizahın samimi, içten ve muhalif tavrına inanan bir avuç mizahçı bu rüzgarın dışında, çok zor da olsa var olmaya çalışıyor. İşimiz her geçen gün daha zor bir hale geliyor. Zira iktidar aracı olan sıradan mizah, gerçek muhalif mizahın sesinin bile duyulmasına engel artık. Burada iş mizah okuruna-izleyicisine düşüyor. Çünkü mizah okuru da, izleyici de yoğun bir reklam bombardımanı altında, ağzı açık bir şekilde sıradanlaşmış, ucuzlamış ve yamulmuş bu mizahın peşinde sürükleniyor…Bu şekilde daha da “aptallaşmış” basit bir tüketici haline geliyor…
Bir mizahçının çocukluk anıları

- İşte böylesi bir ortamdan sıkılarak, yıllar önce kendini “Damdaki Mizahçı” olarak tanımlayıp, yüksekçe bir dama atan farklı bir mizah yazarı olarak, kimselere ödün vermeden yazarlıktaki 25 yılı geride bıraktınız. Sözünü ve kalemini kimseden esirgemeden “muhalif” duruşlu “samimi” bir mizah yapmaya inatla devam eden Cihan Demirci, bu 25 yıla tam 30 kitap sığdırdı. Bu kitapların toplam satışının 300 bine ulaştığını öğreniyoruz yeni kitaplarınızdan. Kitapların dışında uzun yıllar pek çok gazeteye, dergiye yazıp-çizen, senaristlik ve radyo programcılığı da yaptınız. Şimdi özellikle 25. yılınız için özel olarak yazdığınız, çocukluk anısı kitabınıza gelmek istiyorum: “Ben Büyüyünce de Çocuk Olucam” adlı bu kitabınızdan bize biraz bahseder misiniz?..
- Hakim bir medyanın elindeki bu sağlıksız ortamda ne yazık ki dediğim gibi sinemada ve televizyonlarca pek fazla bir şey yapma olanağı bulamıyoruz. Bu yüzden ben de kitaplara daha fazla asılıyorum belki de. Aslında daha da doğrusu bu yüzden sıkça kitaplara sığınıyorum. Çünkü kirli bir reyting çarkı kitaplarda henüz işlemiyor, kitaplarımda özgürüm ve istediğimi yazabiliyorum. Yazarlığımın 25. yılı anısına bir şeyler yapmak istedim ve bu kitap çıktı sonuçta ortaya. Bulut Yayınlarından çıkan bu anı kitabını hem çocuklara hem de büyüklere yazdım. Ama öncelikle çocuklara… Bu kitapta sizleri çocukluğuma, çocukluğumun İstanbul’unda bir yolculuğa götürüyorum. Yani 1970’li yıllara... 1970’li yıllar, özellikle 12 Eylül rejimiyle başlayan bir süreçte bizlere sadece ve sadece “anarşi”den ibaret yıllar gibi yutturulmaya çalışılır yıllardır. 1970’lerde ülkede sadece anarşi, yokluk, sıkıntı, kuyruk, kaos olduğu söylenip durur. Oysa 1970’li yıllar bugün yitirdiğimiz pek çok güzelliğin, değerin, ilkenin baş tacı edildiği, duru ve dürüst yıllardır bir başka anlamda. Ben bu kitapta o yıllara yetişemeyenlere 1970’lerin bugün var olmayan bir başka yüzünü de göstermek istedim. Hem keyifli hm de epey hüzünlü bir kitap oldu. Zira bu kitabı bir yerde 2004 yılında Alzheimer adlı bela hastalıktan yitirdiğim sevgili anneme adadım. Benim çocukluğum İstanbul’un Aksaray-Haseki-Fındıkzade-Fatih-Erenköy gibi eski semtlerinde geçti. Bu kitapta özellikle 1970-1978 arasında geçen bir çocukluk ve ilk gençlik sürecini anlatıyorum. Sinemaya olan tutkum var örneğin kitapta. Bu tutkunun çocuk yaşta nasıl başladığını anlattığım “Murat Amca Aile Sineması” çok severek yazdığım öykü tadında bir bölüm. Zaten kitaptaki tüm anılar öykü tadında oldu diyebilirim. Haseki’de yaşadığım mahalleye, Sakine teyzenin evine giren ilk televizyonun trajikomik hikayesi, ailemizin sevimli komiği Tıkır yengemin birbirinden komik maceraları, 1970’lerin düğün salonlarında yaşadıklarım, o yılların ev ve aile ortamından anılar, ve de özellikle ilkokul yıllarından kalma oldukça sevimli anılar var kitapta. Ben tuhaf bir çocuktum. Solaktım bir kere. Hiç önlük giymedim öğrenim hayatım boyunca, yani öyle okullara denk geldi. Henüz 8 yaşındayken evde kendi kendime dergi ve gazete çıkarmaya başlamış bir çocuktum bu dergi ve gazeteleri okulda arkadaşlarıma ve evde aile fertlerine okuturdum, onları bir kısmını hâlâ saklarım. Açıkçası çok severek, gülerek ve her zaman olduğu gibi fazlasıyla da hüzünlenerek yazdığım bir kitap oldu. Hüzünlü bir adamım aslında. İtiraf edeyim ki, mizahı da içimdeki hüznü dağıtmak için yapıyorum. Mizah sayesinde dayanabiliyorum bu akla ziyan ülkeye!..
- 2005 yılı yazarlığınızın 25. yılı olduğu için geçen yıl daha başka kitaplarda yayınladınız. “Hayat Sorar Türk İnsanına” adlı sorusal laforizmalardan oluşan kitabınız en son yayınlanan kitabınız. Hayat Türk insanına neler soruyor, peki yanıt alabiliyor mu?..
- “Hayat Sorar Türk İnsanına” adlı son kitabımda; hayatın Türk insanına sorduğu ama bir türlü yanıtını alamadığı, gözden ve sözden kaçmış küçük hayat soruları var. Ben uzun yıllardır “Hayat Sorar İnsana” diyerek pek çok gazetede, dergide ve radyo programında “Türk” insanına havale edilmiş mizahi sorular sordum. Herhangi bir yanıt alamayacağımı bilsem de ısrarla ve inatla sordum. Zira biliyorum ki sordukça var olacağız bu “soru sevmez” coğrafyada... “Laforizma” benim isim babası olduğum bir sözcük. Bu kitaptakiler de bir yerde sorusal Laforizma…Soru sormayı, sorgulamayı çoktan unutan, önüne konan her şeyi anında tüketen, kredisi kartıyla sınırlı bir topluma en azından keyifli bir antrenman şansı, top yerine hayat sektirme imkanı, hafif bir zeka teri atma fırsatı, matrak bir beyin fırtınası başlangıcı olabilir. İstenirse fikir jimnastiği niyetine de okunabilir diye düşünmekteyim. Bu arada “Laforizma” demişken, uzun yıllar gazete ve dergilerde de sürdürdüğüm bu özel özdeyişlerden oluşan “Sürüden Ayrılan Kişilik Kapar” adlı laforizma kitabımın da yenilenmiş 4. basımı yapıldı birkaç ay önce... “Gülmeye Gülmeye Gülmeye Geldik” adlı mizah yazılarımdan oluşan kitabım 4. basıma ulaştı aynı dönemde. Gene 2005 yılı içinde “Haberden Al Fıkrayı” ve “Gülene Ne Yakışmaz” gibi özgün fıkralardan oluşan fıkra kitaplarımı yayınladım. Bu fıkraların en önemli özelliği sağdan-soldan apartılmış, ordan-burdan derlenmiş fıkralar olmaması, geçmişte 3 yıl süren bir radyo programı için ürettiğim özgün fıkralar bunlar…

Cihan Demirci Ankara Öykü Günleri'nde çocuklarla... (Mayıs 2005)
Çocuklar için yazmak
- Çocuklara yönelik kitaplarınız da devam etti 2005 yılında... Örneğin; “Zirzop Masallar” adıyla da bir masal kitabı yayınladınız çocuklar için. Hinali adlı hiperaktif kahramanın maceraları dizisindeki üçüncü kitap olan; “Hiperaktiflerin Efendisi Hinali” de yayınlandı. Bu kitaplardan biraz söz etsek…

- Çocuklara yazma durumum kendi kendine oluşan keyifli bir sürecin sonucu. Son 12 yılda ilköğretim okullarında ve liselerde 600’ü aşkın söyleşi-imza günü gibi etkinliğe katılarak özellikle ilköğretim-lise ve üniversite öğrencileriyle bir araya geldim. Bu bir araya gelişler sayesinde bugünün çocuğunu-gencini daha da yakından tanıma fırsatım oldu ve onların dünyasına daha sağlıklı girme şansı buldum. “Hinali” adlı hiperaktif çocuk da, Zirzop Masallar da böyle doğdu, daha başka çocuk kitaplarım da… Şu an kitap fakiri ama yayınevi zengini ülkemizde en sağlıklı okuyan kesim; çocuklar… Özellikle de 4-5-6. sınıflar en iyi okurlar… Liselerde okuma oranı düşüyor ve lise sonla birlikte de okuma oranları buharlaşıp uçuyor. Sahi bu arada en az okuyanlar; üniversiteliler, en kötü durumda olanlar onlar… Ne yazık ki bugünün üniversitelisi fena halde dökülüyor. Sonra bakıyorsunuz “Siyaset Meydanı”nda karşısına mizahçılar, stand up’çılar çıktığında onlara tek bir soru soracak birikimi bile yok!.. “Zirzop Masallar”da geçmişin “Ezop Masalları”nı bambaşka bir hale getirerek, bugünün çocuğu için yeniden yorumladım. Hinali de şimdilik üç kitaplık bir macera serisi oldu. Onun da devamı gelecek. Ben çocuklara yazmaya daha yeni yeni ısınıyorum, onların dünyasına girmeyi başarabilmek bir yazarın kalıcılığının da en önemli kanıtı olur sanırım…

- Sevgili Cihan Demirci, mizahımıza, mizah edebiyatımıza 25 yılı aşan bir sürede pek çok şey kattınız. İyi bir okurunuz olarak size teşekkür etmek istiyorum. Maddi karşılığı çok az olmasına rağmen hâlâ kitaplara önem veren ender mizah ustalarından birisiniz. İmge-Öyküler dergisindeki yazılarınızı da keyifle takip ettim. Bu arada Nisan ayında Mizah Üretenler Derneği tarafından “Yılın Mizah Yazarı” seçildiniz, kutluyorum…. 2006 yılı itibarıyla bize söz edebileceğiniz yeni projeler var mı?..

- Ben teşekkür ederim. Arada bir bu tür röportajlar da olmasa neler yaptığımızı hiç duyuramayacağız okurlara artık. Öncelikle baskısı tükenmiş pek çok kitabım var. Özellikle bu kitaplardan öncelikli olanların yeni basımlarını hazırlıyorum. Ben eski kitaplarımı asla aynen yayınlamam. İçlerinde epeyce değişiklik yapmak hem hoşuma gidiyor hem bu sayede gelişme gösterdiğimi görmüş oluyorum. Örneğin; son 4 yıldır baskısı olmayan benim en ünlü ve en çok satmış kitabım olan “Geyik Muhabbetleri”nin 25. basımı üzerinde çalışıyorum. 24 yıl oldu “Geyik Muhabbeti” sözcüklerini bu topluma kazandıralı. Bu kitap şu ana dek 50 bini aşan bir satışa ulaştı ve bu yıl yayınlanışının 16. yılı. Ayrıca; gene uzun süredir baskısı olmayan; “İyiler Cinnete Gider” ve “Damdaki Mizahçı” gibi kitaplarımın yeni basımlarını da 2006’da çıkaracağım. “Damdaki Mizahçı” adlı tiplememe ait deneme yazılarının ilk kitabının 10 yıl sonraki 5. basımı ile “Damdaki Mizahçı-2” yani; “Yok Böyle Bir Ülke” adlı deneme kitabı da bu yıl içinde çıkacak sanırım. Ben ne yazık ki tam 10 yıldır mizah dergilerinden uzaktayım. Zira içime sinen bir dergi olmadı bu süreçte. Bundan 10 yıl önce bir grup arkadaşımla “Panik” isminde bir mizah dergisi yayınlamıştık. O dergi her anlamda iyi bir ders oldu. 10 yıldır yapmayı arzu ettiğim “aylık” bir mizah dergisi projesi var epeydir elimde. Var olan dergilerden hemen ayrılacak olan bu nitelikli dergi için harıl harıl çalışıyorum. Çıkartmak kısmet olur mu, onu şu anda bilemiyorum. Mizaha her yönüyle kafa yoran, tarihine, teorisine sahip çıkan, ciltletilip saklanabilecek düzeyde, kaliteli, farklı, adeta kitap kıvamında bir mizah dergisini bekleyen mizah okuru hâlâ kaldı mı derseniz, bence sayısı epey azalsa da hâlâ var!.. Evet, Nisan ayında hayatımın “ilk” ödülünü aldım. Ödüllerle, yarışmalarla bugüne dek aram pek olmamıştı açıkçası. Mizaha 25 yılı aşkın süredir “yazar” olarak kattıklarım için verildi sanırım bu ödül. Bu arada Mart ayından beri internette “Damdaki Mizahçı” adlı bir blog site açtım. Adresi şöyle: http://damdakimizahci.blogspot.com Mizahsever dostlarla bu adreste de buluşuyorum artık, bana bu blogtan da ulaşabilirler, bilgileri olsun. Her söyleşinin sonunda her daim dediğim gibi; Cumhuriyet-Kitap okurlarına da; bu ülkede bizi sürekli geren, asık suratlı her şeye inat hep “gülekalın” diyorum…

(Alıntı: CUMHURİYET-KİTAP eki - Sayı:850 - 1 Haziran 2006)

Hiç yorum yok: