27 Nisan 2006

DAMDAKİ MİZAHÇI
28 NİSAN CUMA GÜNÜ
İZMİR TÜYAP KİTAP FUARI'NDA...

Sevgili Blog dostları ve de İZMİRLİ DOSTLAR... Bir önceki haberde de, yani aşağıda size iletmiştim... 28 Nisan Cuma günü, 11. İzmir Tüyap Kitap Fuarında olacağım... 14.45-15.45 arasında 2. salonda "DAMDAKİ MİZAHÇI CİHAN DEMİRCİ'NİN GÖZÜYLE 3M: MEDYA, MİZAH, MUHALEFET" başlıklı söyleşide buluşacağız... Üstelik 29 Nisan Cumartesi günü de İzmir Tüyap Kitap Fuarında olacağım...Belki kafeteryada, belki bir standda karşılaşırız belli mi olıur?..

Yukardaki bu fotoğrafa gelince... Şu İzmir Tüyap'larda ne renkli söyleşiler yaptığımızın bir kanıtı bu fotoğraf... 12 Nisan 2002 tarihli bu fotoğraf, 7. İzmir Tüyap'taki söyleşimden güzel bir anı... Söyleşinin sonunda izleyicilere hoş bir sürpriz yapmış, İzmirli Onur kardeşimizin ritm grubuyla sahne almıştık!.. Eh ne de olsa vurmalı aletlere çocukluktan beri düşkündür Damdaki Mizahçınız!.. Ritm grubunun şefi Onur hemen yanımda büyük bir ustalıkla davul çalıyor. Onur'un daha önce okuluna da gitmiş, orada da bu şekilde bir ritm konseri vermiştik hep birlikte... İzmir bu, bir başka, bir alem, bir güzel şehirdir...

KİTAPLARIMIZ DİZİMİZE ULAŞTI!

Ezgi Kılıç adlı, 8. sınıf öğrencisi okurum; "Sevgili Damdaki Mizahçı Cihan abi, kitaplarınızın üst üste çekilmiş bir resmi var mı ?"diye sormuş yolladığı bir maille. Aslında bu maile kadar yoktu. Biraz zor da olsa onları bir araya getirdim, kolay olmadı bir araya gelmeleri, eh ne de olsa 30 kitap... 1985'ten 2006'ya şu ana dek toplam 30 kitap... Hepsini üst üste koyduğumda, boyum 1.90 olduğu için henüz dizime gelebilmiş vaziyetteler!.. Yani henüz dizüstü bile değiller. İnsan onca kitabını üst üste koyunca bir acayip oluyormuş meğerse.

Bakın bu da "Damdaki Mizahçı"nızın sitesi işte!. Kitaplardan, tam da 30 katlı bir site... Ne geceler, ne çileler, ne anılar, ne acayiplikler ve de ne komiklikler barındıran 30 katlı bir ev... Acaba bu fotoğrafı da bir site maketi sanıp, kitaplardan daire almak isteyen vatandaşlar çıkabilir mi?.. Kitap almak isteyen çıkmaz ama, onları daire sanırlarsa alabilirler, eh bu akla ziyan ülkede her şey mümkün malumunuz!.. Vay be Ezgi, 30 katlı bir fotoğrafımız oldu senin bir sorun sayesinde, sağol!..

25 Nisan 2006

"Meselaaa saat 14.45'teee
buluşalım Tüyap'taaa!..
'DAMDAKİ MİZAHÇI'
CİHAN DEMİRCİ SÖYLEŞİSİ
28 NİSAN CUMA
İZMİR TÜYAP KİTAP FUARINDA…
Damdaki Mizahçı'dan bir Kordon anısı... (Fotoğraf: Semih Poroy)

Sevgili blog dostları, özellikle de İzmirli dostlar… Mesela saat 10'da buluşalım Kordon'da diyemiyorum çünkü randevumuz 14.45'te İzmir Tüyap'ta... İzmir’e olan sevgimi bilenler bilir… Bu yıl 11. kez düzenlenen İzmir Tüyap Kitap Fuarına da, 11 yıldır, düzenli bir şekilde, hiç aralık vermeden katıldım ve her yıl en azından bir söyleşi ve imza günüyle İzmirli dostlarla, okurlarla, meslektaşlarla buluştum… Yaşadığım şehir olan İstanbulda bile bu kadar istikrarlı değilim!..
İşte gene bir Nisan ayı ve gene İzmir için Tüyap zamanı… 22 Nisan Cumartesi günü açılan ve 30 Nisan Pazar akşamı kapanacak olan 11. İzmir Tüyap Kitap Fuarında 28 NİSAN CUMA GÜNÜ SÖYLEŞİME BEKLİYORUM… Mevzu nedir derseniz, gereken bilgiler aşağıda…
*****
11. İZMİR TÜYAP KİTAP FUARI SÖYLEŞİSİ
TARİH: 28 NİSAN CUMA 2006
Söyleşi başlığı:
DAMDAKİ MİZAHÇI
CİHAN DEMİRCİ’NİN GÖZÜYLE 3M: MEDYA, MİZAH, MUHALEFET…
Konuşmacı: Cihan Demirci
SAAT: 14.45-15.45 ARASI - 2.SALONDA…

İZMİRLİ DOSTLAR, OKURLAR, MESLEKTAŞLAR; BEKLENİYORSUNUZ!..

24 Nisan 2006

'DAMDAKİ MİZAHÇI'
DUYURUYOR:
ÇOCUK EDEBİYATI
MİZAH ÖYKÜLERİ YARIŞMASI
BU YAYINEVİ 2006 ÇOCUK EDEBİYATI MİZAH ÖYKÜLERİ YARIŞMASI DÜZENLİYOR...

Sevgili "DAMDAKİ MİZAHÇI" blog sakinleri; ve özellikle de mizah öyküsü yazan,deneyen yazarlar, yazar adayları... Bu Yayınevi, çocuk edebiyatı alanında bir mizah öyküsü yarışması düzenliyor. Bu yarışmanın jüri üyelerinden biri olarak; bilginize iletiyorum... Yarışmada ilk üçün yanı sıra "Sulhi Dölek Özel Ödülü" verilecek. Yarışmanın jürisi: Behiç Ak, Can Barslan, Cihan Demirci, Müjdat Gezen, Nur İçözü ve Yard. Doç. Necdet Neydim'den oluşuyor... Yarışmanın şartnamesine; http://www.buyayinevi.com.tr adresinden ulaşabilirsiniz...

23 Nisan 2006

İMGE-ÖYKÜLER DERGİSİNE
'DAMDAKİ MİZAHÇI'YA
MİZAH ÖYKÜSÜ
YOLLAYANLARIN BİLGİSİNE!

İmge-Öyküler adlı, iki ayda bir yayınlanan öykü ve eleştiri dergisi, bir kaç kez ertelemeden ve uzun çalışmalardan sonra 2005 yılının Şubat ayında merkezi Ankara’da bulunan İmge Kitabevi tarafından yayınlanmaya başlamıştı. Derginin yayın yönetmenliğini üstlenen sevgili Özcan Karabulut dostumuz, derginin kadrosunu kurarken Türk Edebiyatından çok zengin bir yelpaze oluşturmuştu doğrusu. Ancak 192 sayfalık dergi bir kaç sayı sonrası 128 sayfaya inince, bunca yılın dergi deneyimiyle tehlike sinyallerini almıştık...

*****

Bendeniz de “DAMDAKİ MİZAHÇI” başlıklı yazılarımla İmge-Öyküler’in kadrosunda, keyifli yazılar yazıyordum, bugüne dek edebiyat dergilerinde pek de adam yerine konulmayan mizah edebiyatımız üzerine… Üstelik bir “edebiyat” dergisi için hiçte fena sayılmazdı satışı… Birinci yılını henüz doldurmuştu ve henüz 7 sayı çıkmıştı… 8.sayının yazısını bile yazmıştım ki, sevgili Özcan’dan bir mail aldım, yayın yönetmenliğinden ayrıldığı bilgisini iletiyordu. Daha sonra derginin İstanbul temsilcisi Gökçe Gökçeer arkadaşımızla konuştum. Ülkemiz dergiciliğinde ne yazık ki çok sık yaşanan ve artık kanıksanan, tatsız bir durum, henüz kendini yeni yeni tanıtmaya başlayan, okurun daha yeni yeni keşfettiği bu dergiyi de 8. sayı öncesi yakalamıştı. Söylenen derginin şimdilik yayınına ara verdiğiydi. Yani; yayın şimdilik dondurulmuştu. Oysa dergi tam da oturmaya başlıyordu. Yani yayına ara verilecek zaman değildi. Buna; kapanma denirdi, işin gerçeği…

*****

İlk sayılarda Özcan’la konuştuğumuz bir projeye 5. sayıdaki duyurumla daha yeni başlamış ve “MİZAH ÖYKÜSÜ” yazanlara, öykü denemelerini İMGE ÖYKÜLER’e yollamalarını istemiştim. Hatta 7. sayıda, onlarla diyaloğa geçmiştim ki dergi gümbürdedi… Özellikle “edebiyat” dergilerinde çok sık yaşanan bu vaziyet, ne yazık ki en çok işini ciddiye alan yazarları vuruyor.

*****

Bana mizah öyküsü yollayan yazar ve yazar adayı arkadaşların (Tam: 18 kişidir) adlarını şimdi burada sıralamak istiyorum:

Suavi Kemal Yazgıç, M. Fırat Pürselim, Can Doğaner, Tuncay Bilecen, Feryal Tilmaç, Mustafa Kayacan, Emre Tansu Keten, Sema İpek Gündüz, Ertan G. Çetin, Asu Karahan, İlker Gürpınar, Tolga Yıldız, Serhan Aktel, Emel Çalık, Aytaç Tümer, Ayten Kaya Görgün, Merih Günay, Gaye Ece…

*****

Ayten Kaya Görgün'den gelen mail...

10 yıldır dergilere yazı gönderdiği söyleyen Ayten Kaya Görgün arkadaşımız mailine şöyle başlamış:

“Hey damdaki mizahçı orada mısın? Fazla zamanını almamak için hemen konuya giriyorum. Ben Ayten Kaya Görgün, size İmge Öyküler için, öykülerimi göndermiştim. Sabırsızlıkla beklediğim dergi bundan böyle çıkmayacak diye dedikodular aldım. Hem derginin çıkmayacağına üzüldüm ben de açıklama yapılmadan (en azından okuyucu olarak bir açıklamaya hakkımız olduğunu düşündüm.) biz imge kitapta çalışanlarından tam da dedikodu mahiyetinde duyduk...”

Ayten Kaya Görgün'ün okuduğum öykü denemelerinde mizah kumaşı var ama dili henüz yeterli görünmüyor, anlatım sorunları yaşıyor ve Türkçe hakimiyeti sınıfı pek geçemiyor, zaten pek çok arkadaşın ortak sorunu bu: “Türkçe zayıflığı”…

Berbat bir eğitim sistemi içinde debelendiğimiz için, günümüzde kendi diline hakim olamayan, daha sözcükleri bile doğru yazamayan bir kuşak oluşmaya başladı. Aslında bu tür dergiler zaten biraz da bunun için var olmuyor mu?.. Gerçi bir var olup, sonra da anında yol oluyorlar ya, neyseee!.. Arkadaşlar, mizah öyküsü ya da yazısı çok kolay yazılır gibi görüldüğü için aslında en zor olanıdır bence... Mizah, dille oynamak için en sıkı alandır, dille oynamanın er meydanıdır ama dille bir canbaz gibi oynayabilmek için önce dil ustalığı, dile hakimiyet ister ki bana gelen öykülerdeki en önemli sorun sanırım burada.

*****

Kısacası arkadaşlar, merak etmeyin öyküleriniz emin ellerde!.. Öykülerinizi bir dosyada saklıyorum... Umarım, çok yakında başka bir dergide, “mizah öyküsü” yazan arkadaşlarımızla yeniden buluşma imkanımız olur. Tam da topa vuracakken, hakemin düdük çalması hiç hoş olmadı farkındayım ama bu gelişme “DAMDAKİ MİZAHÇI”yı da sizin kadar üzdü, inanın… Umarım, yıllardır çıkartmayı planladığım, aylık-mizah dergisi projesi gerçekleşir de, mizah öyküsü hak ettiği yeri o dergide alır…

Mizah öyküsü yazan arkadaşlar, aloooo, size sesleniyorum, ses bir-kiiii bir-kiiii, evet ne diyorduk; “DAMDAKİ MİZAHÇI” ile bağlantıyı kopartmayın, bu blog site buluşma noktamız olsun… Gün doğmadan daha ne dergiler doğar, ne de olsa burası dergi manyağı bir ülkedir, merak etmeyin!.. Bu noktada asıl önemlisi, dergiler doğsun doğmasına da daha emeklerken ayrılmasınlar aramızdan!..

İletişim için mail: damdakimizahci@gmail.com
BASINDA GAZİPAŞA
KİTAP ŞENLİĞİ
Antalya'nın Gazipaşa ilçesinde 17-18-19 NİSAN 2006 tarihlerinde düzenlenen "Kültür Sanat ve Kitap Şenliği"nin ardından EVRENSEL gazetesi kültür sayfasında ve CUMHURİYET gazetesinde Deniz Som'un köşesinde çıkan yazıları aşağıda okuyabilirsiniz...
CUMHURİYET'TE 'DENİZ SOM' YAZDI:
Yazardan korkan Gazipaşa Kaymakamı

ANTALYA Gazipaşa'da geçen hafta bir kitap şenliği düzenleniyor. Şenliğe yazar Aydoğan Yavaşlı ile katılan mizah yazarı arkadaşımız Cihan Demirci 'nin izlenimleri şöyle:
''Gazipaşa, genç ve dinamik belediye başkanı Cemburak Özgenç sayesinde ilk kez, evet ilk kez bir kitap ve kültür şenliği ile tanıştı. Şenlik kapsamında okullarda söyleşi ve imza günü yapılması planlanmıştı fakat belediyenin tüm izin başvurularına rağmen tıpkı Karadeniz Ereğli'sinde geçen ay olduğu gibi Gazipaşa'da da kaymakam ve ilçe milli eğitim müdürü tarafından bu girişim engellendi.
Belediye ve esnaf kitap bağışı yapınca yazarlar sadece bir okula girip ve çocuklara fazla yaklaşmadan kısa bir söyleşiyle okulu terk ettiler; ne de olsa yazar dediğin tamamen 'tehlikeli madde' olmuştu AKP iktidarının ellerinde gün be gün erimekte olan Türkiye Cumhuriyeti'nde! Ancak her türlü engellemeye karşın, birbirinden aydınlık yüzlü Gazipaşalılar, yazardan ve kitaptan korkan idarecilere inat üç gün boyunca fuar alanını doldurdular.''
(DENİZ SOM-Vaziyet Köşesi- Cumhuriyet-23 Nisan 2006)
Gazipaşa Şenliğinde Fuar alanında bir görüntü..
EVRENSEL'DE 'CİHAN DEMİRCİ' YAZDI:
Gazipaşa kitap ve yazar yüzü gördü!
Antalya'nın Gazipaşa ilçesinde 17-18-19 Nisan tarihleri arasında ilk kez yapılan Kültür-Sanat ve Kitap Şenliği, belediyenin desteği, yerel idarecilerin de kösteğiyle(!) gerçekleşti!

Antalya'nın Gazipaşa ilçesinde, Gazipaşa Belediyesinin katkılarıyla ilk kez bir kitap-kültür-sanat şenliği yapıldı geçtiğimiz 17-18-19 Nisan günlerinde... Şenliğin düzenlenmesinde Antalya-Kybele Kitabevi de yazarların kitaplarını sergileyerek, söyleşi ve imza günleri düzenleyerek destek verdi. Son derece iyi niyetli ve üstelik 33 yaşında gencecik bir belediye başkanına sahip olan Gazipaşa ilçesinin fuar alanında gerçekleşen bu üç günlük şenliğe; Vural Savaş, Yılmaz Dikbaş, Cihan Demirci, Aydoğan Yavaşlı, Hikmet Özkaya, Vedat Sümbül, Çetin Köyoğlu, Mehmet Yıldız söyleşi ve imza günleriyle, Halk müziği sanatçısı Ali Ekber Eren de sazı ve sözüyle katıldı. Üstelik şenliğe katılan; Vedat Sümbül, Hikmet Özkaya, Çetin Köyoğlu ve Mehmet Yıldız bu yörede yaşayan, bu yörenin yetiştirdiği sanatçılardı.

Fuar alanını 3 gün boyunca dolduran birbirinden aydınlık yüzlü Gazipaşa'lı öğrenciler, öğretmenler, gençler yazarlarla birebir söyleşip, kitap imzalatarak mutluluk yaşadılar. Ancak bu şenlik kapsamında 3 okulda söyleşi ve imza gününe katılacak olan Cihan Demirci ile Aydoğan Yavaşlı, geçtiğimiz ay Karadeniz Ereğli'sinde yaşadıklarını burada da yaşayıp, kaymakam ve İlçe Milli Eğitim Müdürü engeliyle karşılaştılar. Belediyenin ve duyarlı esnafın kitap bağışlamasıyla bir ilköğretim okuluna giden iki yazar, burada öğrencilerle kısacık bir söyleşi yapabildiler. Öğrencilerin yazarlara fazla yaklaşmaması istenmişti bir kere!..

AKP elinde, devletin değil iktidarın idarecileri haline gelenlerin tüm engellemelerine rağmen, öğrenciler fuar alanını doldurup, yazarlarla ve kitaplarla kucaklaştılar. Böylece, Antalya gibi gelişmiş bir şehrin, en uç nokradaki ilçesi Gazipaşa, belediye başkanı Cemburak Özgenç'in desteğiyle yazarla-kitapla tanışmış oldu. Okullara silahın, bıçağın, sustalı çakının, uyuşturucunun kolayca girdiği berbat bir ortamda, okullarda şiddetin egemen hale geldiği, her geçen gün öğrencilerin birbirini yaralayıp-öldürdüğü bir dönemde, yazara ve kitaba düşman olanlar ise sadece yaptıklarıyla kaldılar...

(EVRENSEL-Kültür Sayfası- 22 Nisan 2006- Cihan Demirci)

İLGİNÇ BİR OKUR MEKTUBU:
“Marul salatası ve bir gazete yazısı!”
Gerek kitap okurlarından, gerek gazete, dergi yazılarımızın okurlarından “DAMDAKİ MİZAHÇI”nız Cihan Demirci’ye pek çok mail gelir… Dün akşam gözüme ilişen bir mektubu sizinle de paylaşmak istedim. Bakın bazen bir yazı, marul salatasından bile daha önemli olabiliyormuş… Bana bu mektubu Mersin’den Eczacı Tuğrul Tol yollamış… 14 Nisan Cuma günü Cumhuriyet’te yazdığım “Suavi Süalp” yazısı için kaleme alınmış bir mektup ama inanın rahmetli Suavi ustanın absürd mizah duygusu sanki mektuba sinmiş… Gelin okuyalım…

14 Nisan 2006 tarihli Cumhuriyet'te çıkan yazının sayfası

Sn. Cihan Demirci;

Cumhuriyet gazetesinin 14.04.2006 tarihli sayısındaki “Unutulmuş bir mizah dehası” başlıklı yazınızı maalesef bugün yani ; 22.04.2006 ... gece 24.00‘de ancak okuyabildim. Çünkü 14.04.2006 günü işim çok olduğundan gazeteyi tam okuyamamıştım. Bu nedenle yazınızı görememişim... Bu gazete daha sonra bir kaç gün ortalıkta süründü durdu. Ben Mersin de oturuyorum .Doktor olan eşim de İstanbul’da 6 aylık Diyaliz kursunda...

Evde bekar olunca gazeteler etrafta saçılıp duruyordu. 3 gün süründükten sonra etrafı düzelteyim diye her zaman yaptığım gibi birikmiş eski gazeteleri kat kalorifer odasına atılmak üzere kaldırdım.... Temizlikçi Cumartesi gelince oradan alıp atıyordu.... Ama önceki gün akşam eve geç geldiğimde kendime bekar bekar bir salata ziyafeti çekeyim dedim. Marulları ve taze soğanları yıkamak ve temizlemek için o malum kalorifer odasına gidip eski gazetelerden bir tutam alıp masaya koydum... Ama birden yazınız gözüme ilişti.. Gerçekten irkildim... Usta mizahçı Suavi Süalp’in resmi içime büyük bir acı verdi.... Ardından içimi büyük bir saygı hissi kapladı...

Bu nedenle gazetenin bu sayfasının üzerine çamurlu marul yapraklarını koymaya kıyamadım. O sayfayı ıslak ellerimle nazikçe zedelemeden ayırdım. Çünkü çok acıkmıştım... İçimden onu birazdan yemekten sonra daha dikkatle okurum dedim... Bu nedenle önce salatamı yaptım... Salatamı yaparken de gözüm gazeteye ve yazınıza sürekli takıldı durdu... Salatayı yaptıktan sonra onu keyifle afiyetle yerken gözüm yine hep ondaydı...Salata bitmişti... Ama çok yorgundum. ..Kısa sürede yemeğin rehaveti de üzerime çökmüştü... Dayanamadım... Yatağa gitmeden masadaki diğer gazete sayfalarını ve çöpleri çöp kutusuna attım...Yazınızı okuyamadan uykuya daldım...

Bu serüven bir kaç gün yemeklerde ayni şekilde yaşandı....Yemek masamda yemeğimi yiyor ama yazınızı bir türlü okuyamıyordum... Nihayet dediğim gibi bu aksam gece 24.00’de yine bir parça bir şeyler yedikten sonra yazınızı zevkle, şu an okumuş bulunmaktayım. Yemeğin üstüne yazınız ve SUAVİ SÜALP’in anısı, tatlı mı desem... tuzlumu desem yoksa acı mı desem ....öyle bir gitti ki sormayın.... Okurken ben de bir şeyler yazmak karalamak istedim... Yazınızın sonunda umduğum gibi mail adresiniz vardı ve hemen bilgisayarımı açtım ve bu mailimi yazmaya başladım...Bu yazım sizin de dediğiniz gibi “Büyük bir mizah dehası” olan SUAVİ SÜALP’a olan saygımın küçük bir ifadesidir. Ayrıca onu bana bu kadar güzel anlatan yazınıza da hayran kalmıştım.....Bu nedenle büyük mizah dehamızın kıymetini bana yine hatırlatan size sevgi hislerimi ayrıca iletiyorum... Benim yazım sizin ve bu büyük ustanın ince mizah yazıları yanında “seçme saçma yazılar” gibi kıymete haiz değildir...

Benim ki de işte bu kadar... Ha.. yazınızı okuduktan sonra o gazete sayfasını elbette atamazdım...Onu gazete arşivimde hak ettiği bir yere yerleştirdim...... Size ve mizah dehamız SUAVİ SÜALP’a sevgi ve saygılarımla.....

ECZ. TUĞRUL TOL - MERSİN

22 Nisan 2006

GAZİPAŞA KİTAP ŞENLİĞİNDEN BİR ANI...
Antalya'nın Gazipaşa İlçesinde düzenlenen Kültür-Sanat ve Kitap Şenliğinden bir anı... İlçenin fuar alanındaki şenliğin 17 Nisan Pazartesi günü yapılan açılış töreni sonrasında DAMDAKİ MİZAHÇI Cihan Demirci, imza anında... Şenlikle ilgili geniş bilgileri hemen alttaki haberimizde okuyabilirsiniz...
(Fotoğraf: Melahat Yavaşlı, ileten: Doğukan)

21 Nisan 2006

GAZİPAŞA’DA ENGELLERE İNAT KEYİFLİ BİR KİTAP ŞENLİĞİ!
Gazipaşa Kültür Sanat ve Kitap Şenliği 17-18-19 Nisan 2006 tarihlerinde, Antalya’nın en uçtaki ilçesi olan Gazipaşa’da yapıldı. Gazipaşa’da “ilk kez” böyle bir şey oluyordu ve Gazipaşa ilk kez “yazar” ve “kitap” yüzü görüyordu… DAMDAKİ MİZAHÇI'nız Cihan Demirci de bu şenliğin konuklarından biri olarak oradaydı… Neler, neler mi oldu?.. Gelin anlatalım…

Antalya’nın bir ucu Kalkan ve Kaş’tır… Doğrusu o ucunu iyi bilirim ve yıllardır düzenli giderim. Eh öbür ucunda da yolum Alanya'dan ötesine düşmemişti 16 Nisan 2006'ya dek... Alanya'dan ötesi neresi derseniz; GAZİPAŞA... Antalya’nın Mersin’e komşu diğer ucu Gazipaşa ilçesi… Bugüne dek Antalya’nın neredeyse tüm ilçelerini hem turist hem de yazar-çizer kimliğiyle gezmiş biri olarak başta da dediğim gibi yolum ilk kez GAZİPAŞA’ya düştü… Zaten sadece benim ilk gelişim değildi, Gazipaşa’da öğrendiğimize göre, ilk kez yazarları ve kitaplarını ağırlıyordu… Sevgili yazar dostum Aydoğan Yavaşlı ve eşi Melahat Yavaşlı, İzmir üzerinden, ben de İstanbul üzerinden 16 Nisan Pazar günü Gazipaşa’ya ulaştık…Gazipaşa’ya giderken şöyle bir düşündüm de tren hariç tüm ulaşım araçlarına bindim diyebilirim… Deniz otobüsü, taksi, dolmuş, uçak, minibüs ve otobüs gibi…

Gazipaşa belediyesinin katkısıyla gerçekleşti…
Gazipaşa Kültür-Sanat ve Kitap Şenliği 17 Nisan Pazartesi günü, 16.30 civarında, bu etkinliğe omuz ve destek veren Gazipaşa Belediyesinin gencecik başkanı Cemburak Özgenç tarafından yapılan konuşmayla açıldı… Şenlik, Belediyenin oldukça geniş fuar alanlında yapılıyordu… İnsanın karşısında henüz 33 yaşında, genç ve dinamik bir belediye başkanı bulması çok hoş bir vaziyetti doğrusu… Malumunuz bizim ülkemiz insanlarını bir yerlere getirmek için genellikle yaşlandırır ve posasını çıkardıktan sonra getirir o yere… Başkan Cemburak Özgenç, içten ve samimi bir tavırla ilk kez böyle bir şenlik yaptıklarını ve bu yüzden pek çok acemilik ve eksiklikleri olduğunu söyledi ki, bu da bir başka hoşluktu doğrusu…

Bizlerin bu şenliğe katılmasına yardımcı olan Antalya Kybele Kitabevi sahibi Meliha Türk de, kardeşi Zeki ile bu şenliğin kitapçılarıydılar… Şenliğin ilk günü, Gazipaşa’dan yetişmiş şair Vedat Sümbül’ün ilçesine borcunu öder gibi gerçekleştirdiği şiirli söyleşisiyle başladı. Daha sonra; Vural Savaş ve Yılmaz Dikbaş’ın arka arkaya söyleşileri ve Köy Enstitülerini anma toplantısı, plaket töreniyle ilk gün son buldu.

Gazipaşa’da da Karadeniz Ereğli benzeri durumlar!
İlk günün akşamı Belediyenin Deniz Tesislerindeki (Bir diğer adı da; Oba imiş) yemek sırasında, ilk kez tanıştığım (daha doğrusu tanıştırılmadan tanıştığım!) Yılmaz Dikbaş’la biraz konuşma ihtiyacı hissettim. Vural Savaş da, Yılmaz Dikbaş da uzmanlık alanları gereği “AB” yi konuşmuşlardı söyleşilerinde. Şahsen benim AB diye bir derdim yok!.. Ne bizim AB’ye girme derdimizin olduğunu, ne de bizi almak isteyen birilerinin bulunduğuna inanmadığım için bu konudan başka “ulusal” derdi olmayanları da pek tanımlayamıyorum!.. Hele hele, sürekli bu konuyu didiklieyerek karışık kafaları daha da karıştırıp, sadece kitap rantı için bu işe soyunanlara da pek sıcak bakmıyorum. Çünkü benim için şu anda ülkenin elden gitmekte olan Cumhuriyet rejimi, altımızdan koca ülkeyi kaydıran AKP iktidarının ülkeye verdiği kolay kolay onarılmaz zararlar, AB’den filan çok daha önemli... Yemek sırasında öğrendik ki, Sayın Dikbaş’ın AKP gibi bir derdi de yok, kendisi ülkede herhangi bir “gerici” tehlike de görmüyor anladığım kadar. Anladığım kendisinin tek derdi var, o da AB’ye karşı olmak. Oysa biz Gazipaşa’ya bu tür başlıklardan çok okullarda çocuklarla buluşup, onlarla söyleşi yapabilmek için gitmiştik… Ancak gittiğimiz anda öğrendik ki bundan bir ay önce Karadeniz Ereğli de sevgili Aydoğan Yavaşlı ile yaşadığımız “sabıka kaydı” vakasının bir benzeri burada da karşımıza çıktı!.. (Anımsamak isteyenler; bu blogtaki Karadeniz Ereğli yazılarına bakabilirler) İlçenin kaymakamına belediye tarafından tüm bilgiler önceden iletilmiş olmasına rağmen, ilçe milli eğitim müdürü ve kaymakam okullardaki ekinliklere izin vermediler…
Yoksa biz 17 Nisan Pazartesi sabahı, daha şenlik bile başlamadan bir ilköğretim okulunda alacaktık soluğu… Ama olmadı… 17 Nisan Pazartesi gecesi gerçekleşen girişimlerle, Salı günü aynı okula o da sadece kitap bağışlama nedeniyle gidebildik… İlçenin Gazi Mustafa Kemal adını taşıyan ilköğretim okuluna, belediyenin ve duyarlı esnafın bağışladığı kitapları okul müdürüne teslim ettik ve okulun salonunda kısa bir söyleşi gerçekleştirdik Aydoğan Yavaşlı ile. Ne de olsa yazarlar, okulda çocuklara fazla yaklaşmasın gibi sözler gelmişti kulağımıza!.. Eee yazar dediğim şimdilerde silahtan bile tehlikeli hale geldi ne de olsa…İlçede öğretmenlik yapmış olan yazar Hikmet Özkaya da bu kısa söyleşi de bizimleydi…
Aydınlık yüzlü öğrenciler arasında...
Şenliğin 2. günü, pek de keyifli geçmeyen bu okul etkinliği(!) sonrası fuar alanında aldık soluğu ve önce öğrencilere, sonra da her yaş kesimine iki ayrı söyleşi gerçekleştirdik Aydoğan Yavaşlı ile… Gazipaşa’da öğretmenlik yapan yazar K. Çetin Köyoğlu da söyleşisiyle katıldı ikinci güne… Sonrasında fuar alanını doldurmaya başlayan, ağırlıklı olarak kız öğrencilerle kitap imzalama sırasında keyifli söyleşiler gerçekleştirdik… Okullara gitmemiz burada da engellenmişti ama, Gazipaşa’nın birbirinden aydınlık yüzlü öğrencileri bizi şenlik salonunda yapayalnız bırakmamış, oluk oluk akıyorlardı. Bozulan moralimizi de onlar düzelti… Gökçe Ezgi gibi öğrenci arkadaşlar, birbirinden güzel yağlı boya ve suluboya resimleriyle bu etkinliğe katılan lise son öğrencisi Elif arkadaşımız ve diğerleri…
Şenliğin 3. günü Gazipaşa’da öğretmenlik yapan sevgili Mehmet Yıldız bize ozan ve saz ustası yanını gösterdi fuar alanında, ney sanatçısı Mehmet Metin ile birlikte gerçekleştirdiği etkinlikte… Ardından Hikmet hanım (Hikmet Özkaya) çocukları masal dünyasına götürdü…
Ve şenliğin finali, belediyenin karşısındaki meydanda gerçekleşen konserle gerçekleşti. Halk ozanı Ali Ekber Eren, sazını ve sözünü konuşturdu bu konserde, ondan önce sahne alan Mehmet Şükrü Acar, yörenin yetiştirdiği renkli bir saz sanatçısıydı…Doğrusu bu konserde dikkatimi çeken yöre insanının Akdenizli coşkusuna sahip olmadan, daha çok çekirdek çıtlatarak, epeyce sakin bir şekilde konseri takip etmesiydi...
İlçeden sıcak yüzler…

Şenlik boyunca, belediyenin halkla ilişkiler bölümüne yeni adımını attığın söyleyen sevgili Kemal Yılmaz bizi yalnız bırakmadı. Belediye başkanı Cemburak Özgenç, onca koşturmaca sırasında her fırsat bulduğunda yanımızda aldı soluğu. Kendisini Bartın’ın usta belediye başkanı sevgili Rıza Yalçınkaya’ya benzettim doğrusu… Sevgili Mehmet Yıldız’ın ve Çetin Köyoğlu’nun öğrencileri, onların da özel çabalarıyla özellikle fuara geldiler…ADD ilçe başkanı Erhan bey ve yardımcısı Erdoğan bey de yanımızdaydı. İlçenin Cumhuriyet İlköğretim Okulu ve İstiklal İlköğretim Okulu şenliğe ilgi gösteren okullar arasında ilk iki sırayı aldı… Lise öğrencisi arkadaşlarla da gruplar halinde söyleştik fuar alanında… Şenliğin son günü; akşam üstü Gazipaşa Eğitim-Sen’i de ziyaret edip öğretmen arkadaşlarla fikir alışverişinde bulunduk… Mehmet Yıldız’ın eşi Fatma hanımın ve son gece, son anda karşımıza çıkan Kuddusi ve Zehra öğretmenlerin içten ve samimi halleri, bu insan kirliliğinde umut oldu bir anda… Keşke birbirine sürekli “Gülüm” diyen çiftler daha çok olsaydı ülkemizde… Bizi deniz tesisleriyle, fuar alanında taşıyıp duran belediyede görevli sürücü Necati arkadaşımız 20 Nisan Perşembe sabahı Gazipaşa’dan ayrılırken de yanımızdaydı… İlçede yemek yediğimiz “Tadım” restoranın birbirinden leziz yemeklerinden ve güzelim kabak tatlısından bahsetmezsek Arnavut kökenli dostlara da ayıp olur zannımca!..
Kendini korumuş bir ilçe...
Antalya’nın 45 dakika ötesindeki turizm merkezi; Alanya ile hiçbir ortak noktası olmayan, kendini fazlasıyla korumuş, turizmden uzakta seyrettiği her halinden belli olan ilçesi Gazipaşa’dan pek çok yerde hızla yitip giden bize özgü “sıcak” insan hallerine şahit yazılarak ayrıldık sevgili Aydoğan ve Melahat Yavaşlı ile…
Okullara gitmemizi engelleyen zihniyet sadece engellemesiyle kaldı. İyi niyetli bir belediye vardı Gazipaşa’da… Gazipaşa’lı çocuklar, öğrenciler, gençler, öğretmenler her türlü engellemeye inat yazardan ve kitaptan korkulmayacağını gösterdiler bir kez daha… 3 gün boyunca, bir Akdeniz ilçesinden çok, bir Anadolu kasabası havasında gördüğümüz bu ilginç ilçenin kültür hayatına sanırım ayrı bir renk geldi… Ülkeyi şimdilerde tüm kurumlarıyla, asla değişmeyecek gericiler sarmış olsa da, sonuçta bu ilçenin adı ne de olsa: GAZİPAŞA’ydı dostlar…
Kısacası; içine yazar ve kitap kurdu düşen Gazipaşa bundan sonra iflah olmaz, bakarsınız bundan da güzel nice kültürel şenliklere imza atar… Bizler de, pek çok yerde olduğu gibi, bu anlamda ilk giden yazarlar olarak apayrı bir mutluluk duyarız bundan…
EY İDARECİLER, EY AMİRLER, EY MÜDÜRLER!.. BİZLERDEN KORKMAYIN, İÇİNİZİ SARAN KÜLTÜRSÜZLÜĞÜN KANSERİNDEN KORKUN!..

16 Nisan 2006

DAMDAKİ MİZAHÇI'NIZ CİHAN DEMİRCİ'NİN İLK "İMZA GÜNÜ" ANISI..

Tüyap Kitap Fuarının uzun yıllardır genel koordinatörlüğünü de yapan gazeteci-yazar sevgili Deniz Kavukçuoğlu, geçen paar Cumhuriyet'teki yazısında, TÜYAP KİTAP FUARI'nın 25. yılından söz açarak, Tüyap'ın 25. yıl anısına hazırlamakta olduğu kitaba katkı istiyordu. Tüyap Kitap Fuarı bu Ekim sonunda (28 EKİM-5 KASIM 2006 arası) 25. kez düzenlenecek İstanbulda... "DAMDAKİ MİZAHÇI"nın yazarlık yaşamında da TÜYAP'ın çok önemli bir yeri var. Çünkü bendeniz ilk imza günü etkinliğimi 1990 yılında Tüyap'ta gerçekleştirmiştim. İşte, bu çağrı üzerine bende oturup, o ilk imza günü anımı ilettim sevgili Kavukçuoğlu'na... İşte benim için unutulmaz bu "İLK İMZA GÜNÜ ANISI"nı bu blogta şimdi sizlerle paylaşıyorum...

TARIK DURSUN K. İLE

TÜYAP'TA "İLK"

İMZA GÜNÜ DERSİ!

Tüyap Kitap Fuarı 1982’de başladığında bendeniz henüz 2 yıllık ve hiç kitabı olmayan bir yazardım. 1985’te ilk kitabım yayınlandığında, Tüyap’ı ilk kez ziyaretçi olarak gezmiş, orada kitap imzalayan yazarlara gıptayla bakmıştım. 5 yıl boyunca okur olarak gezdiğim, ziyaretçi olarak gittiğim bu fuara 1990’dan başlayarak ‘yazar’ kimliğimle katılmaya başladım. Hem de hiçbir fuarı aksatmadan, ıskalamadan… Yani 17 yıldır bu fuara hem söyleşilerle, hem de imza günleriyle düzenli olarak katılan bir yazarım.

Hayatımın ilk imza gününü 1990 yılının Tüyap Kitap Fuarında yaptım. İlk imza günüm olması nedeniyle, o gün benim için unutulmaz bir gündü. Tarih: 11 Kasım 1990’dı… Bir Pazar günüydü… O dönemlerde 2. kitabım olan “Geyik Muhabbetleri” çıkalı 8 ay kadar olmuş ve beni de şaşırtan bir satışa ulaşmış, baskı üstüne baskı yapıyordu. Bu satışın verdiği cesaret ve heyecanla, 11 Kasım 1990 Pazar günü, ilk tarihi imza günüm için Tepebaşındaki Tüyap’a erkenden gittim. Yani öylesine erkendi ki daha fuar açılmamıştı bu arada! Yılmaz Yayınları standında 14.00-18.00 arasında gerçekleşecek imza için bendeniz sabahın köründe Tepebaşındaydım. Önce dışarıda çay içip oyalandım. Sonra fuar açılınca kafeteryada çay içmeye devam ettim. Sonra bir çay daha bir çay daha… İkide bir saate bakıyorum. Vakit geçmek bilmiyor.

Saat 13 civarı olunca yayınevinin standı önünde turlamaya başladım. Volta atam mahkumlar gibiydim o an. Bir okur gibi kendi kitabımı incelemeye başladım. Benim stand çevresinde bir o yana, bir bu yana turladığımı gören, sevgili yazar ağabeyim Tarık Dursun K. yanıma geldi. Zaten imza günümüz Tarık ağabeyle yan yana olacaktı. Üstelik “Geyik Muhabbetleri” kitabımı basan yayınevinin de editörüydü. Tarık ağabeye; “Tarık abi, artık oturalım mı, bir saat kadar kaldı” filan gibi laflar edince kulağıma eğilip; “Dur bakalım, sarsma” dedi ve devam etti: “Şimdi toy ve ilk kez imza gününe oturacak bir yazar olarak sana taktikler vereceğim. Bir kere, ilk yapılacak şey, bir saat önceden imzaya oturmamaktır, hadi gel kafeteryada çay içelim…” Tarık ağabeyle bir kez daha çay içerken, sanırım çay içme rekorumu kırmaktaydım o anda.

Biz muhabbet ederken saat 14 olmuş, hatta 5-10 dakika geçmişti bile. Ben telaşla, bir an önce standa gidelim, derken Tarık ağabey gayet sakin, kolumdan tutup; “Dur sarsma, acele etme, öyle tam saatinde oturmak da iyi değildir” diyordu. Biz bir 15 dakika sonra, standın tam karşısına geldik. Ben standa artık balıklama atlayacakken Tarık ağabey bir kez daha, koluma yapışmıştı: “Oğlum dur sarsma dedim, buradan standı biraz keselim, acele etme, hem bak henüz kitaplarımızla ilgilenen bile yok!..” Ne de olsa bu laflar deneyimli bir ustanın laflarıydı, dinlemekte yarar vardı. Biz Tarık ağabeyle kendi imza günümüzü kesmeye başladık anlayacağınız.

Ve işte beklenen o an gelmişti. Birkaç okur standın önünde kitaplarımıza el atmış ve gözleri yazarları heyecanla arar bir vaziyet almıştı ki, sevgili editörüm Tarık Dursun K. bir kez daha koluma yapıştı: “Hadi gel, artık sarsmanın zamanı geldi!..” İşte böylece yarım saat kadar gecikmeli de olsa, Tarık ağabeyle, yayınevinin standına girdik, sandalyelerimize oturduk ve kitaplarımızı imzalamaya başladık…O gün bana iyi bir ders olmuştur. O yüzden ne zaman imza gününe erkenden oturan bir yazar görsem, aklıma 11 Kasım 1990 Pazar günü, yani o unutulmaz ilk imza günüm gelir ve beni tuhaf bir gülümseme alır…

Ey sevgili Tüyap, benim kuşağım kitaplarını biraz da senin itici gücünle yazdı, 25. yılın kutlu olsun, iyi ki varsın!..

14 Nisan 2006

"ABSÜRD" MİZAHIN ÜLKEMİZDEKİ ÖNCÜSÜ SUAVİ SUALP'İ 14 NİSAN 1981'DE BUNDAN TAM 25 YIL ÖNCE YİTİRMİŞTİK... "DAMDAKİ MİZAHÇI" ÖLÜMÜNÜN 25. YILINDA ONU ANIYOR...
Unutulmuş bir mizah dehası:
Suavi Sualp

Adını şimdilerde kimse pek anımsamasa da, bir öncü mizah dehasını, bir komple mizah ustasını bundan tam 25 yıl önce 14 Nisan 1981'de yitirmiştik. Henüz 55 yaşında ve en üretken çağındayken ani bir kalp kriziyle aramızdan ayrılan ve sonrasında adı unutulup, karambole giden bu özgün kalem benim bu mesleğe adım attığım yıllarda "ustam" olarak bellediğim sevgili Suavi Sualp'ti... Profesyonel anlamda mizah yazarlığını onun son olarak çalıştığı Ses dergisindeki masasında başlamış olmamın bana yüklediği yoğun duygular aradan geçen 25 yıla rağmen hiç azalmadı.

Gerek mizah yazıları, gerek mizah öyküleri, gerek "Salata" dergisiyle, kendi yazıp kendi çizdiği çizgi romanları, mizahımıza soktuğu "Seçme Saçma Sözler"iyle ve tüm bunların üzerine kendine özgü 'Absürd' bir mizahın yaratıcısı olarak, benzersiz bir kalemdi; Suavi Sualp... Ancak, Aziz Nesin usta; "Mizah ciddi bir iştir" diyerek mizahı ne denli ciddiye aldıysa, Suavi Sualp de tam tersine ne kendi yaptıklarını, ne de hayatı çok fazla ciddiye almadı sanki, mizaha kattıklarının farkında bile olmadan, naif bir mizah kahramanı gibi, müthiş renkli ve hızlı bir hayat yaşayıp, aynı hızla ayrıldı aramızdan...

Suavi Sualp, benim için, bir başucu öyküsü olan, unutulmaz öyküsü "Gene İyi Dayandık" ta yazarlığı boyunca her kesimden yediği kazıkları, kendine özgü bir dille anlatır ve hayatının kısa bir özeti olan o öykü şu şekilde biter: "…Ben gene yazacaktım…Çalacaklar , gene yazacaktım…Yaşamak için değil , yazmayı sevdiğim için yazacaktım…"

Yediği tüm kazıklara rağmen 'yaşamak' için değil, 'yazmayı sevdiği' için yazmış pek çok Türk yazarının da sesi olmuştur aslında onun bu sözleri...

Absürd mizahın öncüsüydü

Mizahımıza kattığı onca yeniliğe rağmen ölümünün ardından hızla unutulan bu ilginç yazarı, epeyce çileli ve 10 yılımı alan uzun bir çalışmadan sonra biraz olsun gün ışığına çıkarmak için 1999'da "Bir Mizah Dehası Suavi Sualp" adlı biyografik inceleme kitabımı yayınlamıştım. Bu kitap sayesinde adı unutulmuş bu mizah dehasını en azından "mizahla ilişkili" insanlara anımsatmak istemiştim. Kitap, gereken ilgiyi görmedi ama beni asıl üzen, birileri bu "vefa" kitabını anlamsız tartışmaların içine çekmek istedi. Vefa duygusundan ne denli uzak insanlar olduğumuzu bu kitap yüzünden yaşadığım üzüntüler bana bir kez daha göstermiş oldu. Hayatı zaten şanssızlıklarla dolu Süalp ustanın, böylece kendisi için yazılmış kitabı da birileri sayesinde karambole gitmiş oldu!..

Geçen yılın sonlarında yitirdiğimiz bir başka büyük mizah ustası Sulhi Dölek "Çağımızın Nasreddin Hocasıydı" dediği Suavi Sualp için bakın ölümü ardından neler demişti: "Gülmece konusunda yaptığım bir çalışmaya şu sözlerini almıştım onun: 'İlle de toplumsal bir yara arayıp onun üstüne gitmeye gerek yok. Gülünç öğe varsa, eleştiri de onun içindedir, toplumsal sorun da...' Hiç bir zaman büyük mizahçı , vatan kurtaran aslan havalarına bürünmedi. Ama kendine özgü şaşırtıcı gülmecesiyle yeni bir şey başlatmıştı mizahımızda. Saçmanın mantığını en iyi işleyenlerdendi. Geçim motorunu döndürmeye çalışmaktan, yapmak istediklerinin çoğunu gerçekleştirememişti. Gerçek bir mizah emekçisiydi. Daha önemlisi, güleryüzlü, sıcak, içten, güzel bir insandı…"

Bir başka güçlü mizah ustası, gazeteci-yazar Yalçın Pekşen de şunları demişti onun ardından: "... Sualp'in gülmece anlayışını belli kalıplar içine sokmak pek olası ve doğru değil. Bilinen mizah kalıplarının hiçbirine girmeyen değişik bir çalışma yöntemi vardı ve Sualp'i büyükleştiren bu özgünlüğüydü. 'Saçma mizah' denen bir gülmece anlayışını ülkemizde ilk uygulayan ve yayan kişi idi Sualp. Öykülerinde mantık kurallarına pek aldırmaz, salt güldürmenin peşinde koşardı. Aslında bu yöntem güldürmeyi ön plana almayan 'okuyucu gülse de olur gülmese de, biraz düşünsün yeter' şeklindeki anlayışa göre çok daha değerlidir bence. Çünkü gülmece (adı üstünde) güldürmenin peşinde olmalıdır. Sualp de bu işin peşinde ve uğraşısında başarılı oldu. Yaptıkları içinde insanı güldürmeyen tek şey sanırım genç sayılabilecek bir yaşta aramızdan ayrılmasıdır."

Geçen yıl yitirdiğimiz bir başka büyük mizah ustası Oğuz Aral, Suavi Sualp'i "Karagöz"e benzetip bakın neler diyor onun için: "İkimiz de Üsküdar'lı idik… Orada doğduk , büyüdük… Suavi Üsküdar Halkevi'nde çok güzel Karagöz oynatırdı… Aslında Suavi yaşamı boyunca hep Karagöz'ü oynadı… Tam bir halk tipiydi… Her şeyi bildiğini sanan, ukalalara yani Hacivat'lara hiç tahammülü yoktu… Sözcüklere çabuk çağrışım yapan, en ciddi söze hemen kulp takan zekası ile, uyaklı sözleri ile hep bu Hacivat'lara karşı sevimli Karagöz'ü oynadı…"

Doğaçlama ustasıydı...
Oğuz Aral, Gırgır'ı 1972'de çıkardığında ortalığı kasıp kavuran "tek kişilik" bir mizah dergisi vardı. Bir kişinin tek başına yazıp-çizdiği absürd çizgi romanlardan oluşan bu 16 sayfalık derginin adı: "Salata", derginin yazarı-çizeri de; Suavi Sualp'ti... Oğuz Aral, bir süre sonra en büyük rakibi olan "Salata"yı, bu derginin tek elemanı olan Suavi Sualp'i transfer ederek çökertmişti.
Bakın Oğuz Aral, o günleri ve bu ilginç yazarın yazma şeklini nasıl anlatıyor: "...Kendisine Gırgır'da birlikte çalışmayı teklif ettim. Kapaktan manşet verdik; "Suavi Süalp Gırgır'da" diye. Ama ondan sonra Suavi'yi koydunsa bul yerinde. Bekle bekle Suavi gelmez. Neden sonra kapıda o güleç yüzüyle gözüktü: 'Oğuz geç kaldım ama öyle espriler buldum ki, gülmekten kırılacaksın' dedi. Ceplerini karıştırmaya başladı. Anladığım kadarıyla esprileri yazdığı kağıtları arıyordu. Paralar filan çıktı cebinden. Neden sonra pantolonunun çakmak konulan cebinden küçük bir kağıt buldu. Başladı bana okumaya; 'Seçme saçmalar... Senin de çekilecek bir tarafın kalmadı… İmza: Halat" deyip gülmeye başladı... Okumaya devam etti. "Kiralık ilanlar…Haberler…Anketler… Küçük ilanlar…' Okudukça okuyordu. Bir aralık düşündüm, bu kadar çok şey bu küçücük kağıda sığar mı diye. İmkansız sığmazdı. Elindeki kağıdı aniden çekip aldım… Bir de gördüm ki elimdeki kağıt bomboş değil mi?.. Suavi Süalp o kadar espriyi doğaçtan yapmıştı… Zaten mizahı bu idi… Onları yaz dedim… Aynı güzellikte yazamadı… Espriyi o an doğaçtan yapmıştı çünkü… Oturup bir masaya espri üretecek , bunun için uğraşacak biri değildi… Espriyi her an, konuşurken yapan bir tarzı vardı. ... Mizaha "Saçma"yı sokması en önemli yanı idi… Yerinden hiç sarsılmaz gibi görünen kalıp sözleri sonu bir uyakla biten bir cümle ile abuk sabuk bir hale sokmak , Suavi'nin mizahımıza soktuğu bir üslup idi… Ve sonraki kuşağa kalacak en önemli yanı bu "Üslup"tur… Şimdi frenklerin yapmaya çalıştığı "Absürd mizah" gibi bir tarzı Suavi yıllar önce getirmişti…"

Oğuz Aral'ın dediği gibi, Suavi usta 1954'lerde Tef mizah dergisinde yazmaya başladığı yazılarla 'Absürd' mizahı ülkemizde uygulayan ilk mizah yazarı olmuştu. Geride pek çok tiyatro oyunu, film senaryosu, üç kitap, binlerce yazı, çizi bıraktı... Onun dönemine dek var olan mizah öykülerini, mizah yazısı formuna sokmuş, öykü tadı veren mizah yazılarını daha da kısaltarak 'Seçme Saçma Sözler' kıvamına kadar indirmişti. Doğaçlama bir yazardı ve o yüzden daktilosunu hep yanında taşırdı. Hiç kalem kullanmaz, aklına gelenleri hemen direkt olarak daktiloya yazardı. Bu yüzden arkadaşlarıyla meyhaneye gittiğinde bile, daktilosu hemen yanında durur, aklına bir şey geldi mi, daktiloyu kucağına alıp başlardı daktilosunu tıkırdatmaya...

Çocuk yaşta yazı ve çizgileriyle tanıştığım, mizahı sevmemde ve mizahçı olmamda büyük katkıları olan, adı şimdilerde tamamen unutulmuş olan bu özgün ve benzersiz mizah dehasını ölümünün 25. yılında sevgi ve özlemle anıyorum...
(CİHAN DEMİRCİ- BU YAZININ KISALTILMIŞ HALİ 14 NİSAN 2006 CUMA TARİHLİ CUMHURİYET GAZETESİNİN 14. SAYFASINDA YAYINLANDI...)