14 Mart 2006

"Damdaki Mizahçı" yorumu:
“Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü”
seyirciden hak ettiği ilgiyi görmüyor…
Hayal perdesinden beyaz perdeye
CİHAN DEMİRCİ
Yakın ya da uzak hiç fark etmez, kendi tarihine zerre kadar ilgi duymayan, kendi tarihini merak bile etmeyen insanlardan oluşan bir ülkede yaşıyoruz. Lise tarih kitapları seviyesini aşamamış yavanlıktaki resmi tarihin içinde üç-beş savaşın ve anlaşmanın tarihini ezbere bilmekten öte yol alamamış, en fazla kopya çektiği ders ‘Tarih’ dersi olmuş Türk insanına tutup da ‘tarihi’ bir film yapmak bu yüzden daha baştan pek çok zorluğu göze almak demek. Hele hele bugüne kadar ‘hayal perdesi’nden öte haklarında hiçbir şey bilinmeyen Karagözle Hacivat’ın filmini yapmak daha baştan alkışı hak eden bir hareket.
Kendini ‘Ezop’ adıyla simgeleyen Ezel Akay belli ki yönetmen olmaktan çok, masal tadında bir anlatıcı olmayı seviyor. Zaten sağlıklı bir şekilde bilinemeyen masalsı bir döneme kendi yorumunu da katarak daha baştan önlemini alıyor. Bu yüzden bu filmi “Tarihi bir masal” olarak izleyip, “tarihi gerçeklerle örtüşmüyor, şununla şu aynı tarihte yaşamadı, şu padişah öyle olamaz” filan demek anlamsız kaçıyor. Zira, anlatıcı Ezop bize 1330’ların Bursa’sında geçen etkileyici bir masalı gayet keyifli ve gerçekçi bir dille, zengin bir görsel şölen eşliğinde anlatıyor.Bilmem farkında mısınız ama neredeyse sekiz yüzyıla dayalı bir geçmişe sahip olan Karagöz ve Hacivat için bu ülkemizde gerçekleştirilen ilk konulu, ilk uzun metraj sinema filmidir karşımızda duran. Bu bizim ayıbımızdır bir yerde.
Mizaha uzun yıllarını vermiş bir mizah emekçisi olarak bence sırf bu yüzden bile övgüyü hak ediyor bu film. Son günlerde filmdeki tarihi yanlışlıkları anlatmak için sıraya girenlere sanırım önce bu vaziyeti anımsatmak gerekiyor.Gördüğüm kadarıyla, günlerdir derin devletin ‘dandik’ kahramanı Polat Alemdar’ın öldürdükleriyle ilgilenen ve “Kurtlar Vadisi Irak” filmine seyirci rekoru kırdırma peşinde koşan çetesever halkımızın Hacivat’ın ve Karagöz’ün neden öldürüldüğünü merak edecek bir durumu söz konusu değil!.. Neden böyle diyorsun derseniz, henüz ikinci haftasındaki bu filmi Kadıköy’ün göbeğindeki koca bir sinema salonunda sadece 8 kişi izlemiş olmaktan ötürü diyebilirim...
Yıktın hayal perdesini, eyledin mizah! Bu filmin önemli bir handikapı, Karagözle Hacivat’ın kafalardaki gölge oyunu klişesindeki vaziyetleri olsa gerek. Karagözle Hacivata yetişebilen, hayal perdesi kurup oynatabilen son kuşağın çocuklarından biri olarak diyebilirim ki, bizim insanımız için Karagöz’le Hacivat yanlış anlamalar üzerine kurulu basit bir gölge oyunundan öte fazla bir anlam taşımaz. Oysa bu filmde gölge oyununun iki kahramanının ‘mizah’la kesişen ve ‘mizah’ yüzünden biten, kaynayıp gitmiş yaşamları çıkıyor karşımıza. Yani herhangi bir derinliği olmayan bu, iki boyutlu, iki gölge kahramanı ilk kez ete-kemiğe bürünerek kendi hayatlarının üzerinde canlanıyorlar beyaz perdede. Hayal perdesinden beyaz perdeye düşen Karagözle Hacivat filmi özellikle son bölümlerinde giderek Haluk Bilginer’le Beyazıt Öztürk’ün oyunculuk şovuna dönüşüyor. Haluk Bilginer’in ‘döktüren’ karagöz tiplemesi karşısında Hacivat olarak hiçte ezilmeyen Beyazıt Öztürk zaman zaman rol bile çalıyor işin doğrusu. Hacivatla Karagöz filmi mizahın ne kadar tehlikeli bir silah olduğunu anlatmanın ötesinde, dinin henüz hayatlar üzerinde egemen olmadığı ve o yola doğru ilk adımların atılmaya başladığı bir dönemin rengini ve coşkusunu da yansıtıyor. Orhan Gazi’nin Bursa’sındaki at üstünde, erkeğiyle at başı giden ‘Bacılar’ın etkileyici gücünü görünce, bugünün ‘Bacı’larının türbana dolaşmış içler acısı hali düşüyor nedense aklıma. Tarihi kahramanlar bu ülkede bize hep “steril” bir şekilde, pamuklara sarılarak, resmi tarih eliyle verildiğinden onlarda var olan yaşayan dili ve gerçek diyalogları pek göremeyiz. Anlatıcı Ezop, neyse ki “Hacivat ve Karagöz Neden Öldürüldü” filminde karşımıza yaşayan bir dil ve gerçeğe yakın diyaloglar çıkarıyor. Hayatın içinde duyduğu küfürleri Türk filmlerinde uzun yıllar hiç duymadan büyümüş “Yeşilçam sterili” bir kuşak için küfürler mutlaka fazla gelecektir. Ancak unutulmamalı ki bu topraklarda, bize sunulanla, tarihte yaşananlar arasında hep derin uçurumlar olmuştur. Değerli araştırmacı Pertev Nail Boratav 42 yıllık bir çalışmanın ürünü olarak bundan 10 yıl önce yayınladığı “Nasreddin Hoca” kitabında el yazması gerçeklere dayandırdığı Nasreddin Hoca fıkralarıyla hepimizi şok etmiş ve aramızdan ayrılmadan bambaşka bir Nasreddin Hoca portresi çıkarmıştı karşımıza. Aynı şey Karagöz ve Hacivat içinde, başka tarihi efsaneler içinde geçerlidir. Ezberimizi bu anlamda da bozan filmde “Yumurtacılar” olarak geçen esnafın ve onları hemen avucuna alan üçkağıtçı Pervane Kadı’nın katakulli merakı bana bugünün likit yumurtacılarını anımsattı doğrusu. Pervaneler bugünde tepemizde pervane gibi dönmeye Karagöz ve Hacivat’ları yemeye devam ediyorlar. Onların fazlasıyla var olduğu bir dünyada mizahın da gücünü hâlâ koruduğunu unutmayalım. Bu gücü unutan günümüz iktidar sahiplerine de buradan duyurulur! Ha sahi, kıssadan hisse; bunca laf-duman arasında Hacivat-Karagöz üzerine yapılmış bir filmin “Her ne kadar sürç-ü lisan ettikse affola” diye biteceğini de unutmasak iyi olur...

(Alıntı: Cumhuriyet Gazetesi- Cihan Demirci- 7 Mart 2006 / Sayfa:15)

Hiç yorum yok: