14 Mart 2006

"DAMDAKİ MİZAHÇI"nın karikatür krizine yorumu... Sen neymişsin be karikatür!

Sevgili dostlar Damdaki Mizahçınız Cihan Demirci, 2005 sonlarında geçirdiği bir trafik kazası sonrasında Ocak 2006'yı iptal bir vaziyette geçirdi... Ağrı-sızılarla geçen bir Ocak ayının ardından Şubatla birlikte tekrar damlara dönen mizahçınız bu kez de "karikatür krizi" şokuyla sarsıldı. Çünkü o sadece yazar değil, 1978'lerden beri çizer biriydi... 28 yıllık mesleği "karikatürcü"lüğün son 2 aydır içine düşürüldüğü tatsız durum üzerine daha fazla dayanamayıp aldı damda eline kalemi bakın neler yazdı…

Sevgili dostlar, 2 aylık bir süreden sonra yeniden damlardayım işte gene… Fakat bu süre pek de hoş geçmedi benim için doğrusu. Tıpkı bir önceki yıl yaptığım gibi 2006'ya da Kaş'ta girmek istedim ama bu dileğim az daha gerçekleşemiyordu... 28 Aralık 2005 Çarşamba sabahı Fethiye'ye yaklaşık 70 dakikalık bir yol kalmışken içinde bulunduğum otobüs, son derece keskin virajlara aşırı hızla girince sağa-sola savruldu ve derken yol kenarındaki şarampole devrildi. Tamamen bir sürücü hatasıydı. Kazara yaşadığımız şu ülkede son iki yılda ikinci ciddi kazayı yaşamış oldum bu sayede. Şöyle bir düşündüğümde bu hayatta yaşadığım 3. büyük kazaydı doğrusu. Biraz yara-bere-çürükle mucize eseri kurtulduğum kaza sonrasında dostlar sayesinde ulaştığım Kaş gene de, o can dostların sayesinde çok güzeldi doğrusu ama İstanbul'a döndükten sonra artan ağrı ve sızılarla Ocak ayım yatakta geçti...

Kaza haberinin internet üzerinden yayılmasıyla pek çok dostun-arkadaşın ve de okurun sıcak ilgisine mazhar olmak yıllardır damlarda haybeye gezmediğimizi gösterdi ki, bu da bir mizahçı tesellisi oldu şu damdaki kulunuza!.. Yıllardır o dam senin, bu dam benim dolanan gezgin bir mizahçının 40 günden fazla bir süre eve bağlanması pek de keyifli olmadı tahmin edeceğiniz gibi…Yatak-döşek yattığım, zaten çoğu tatil ve karla geçen tatsız günlerde dünyayı bir "KARİKATÜR KRİZİ" sardı ki sormayın…Hem karikatürcü, hem de mizah yazarı bir "Damdaki Mizahçı" olarak epeydir, dünya gündeminde gerilere düşmüş olan, eski tadı pek kalmayan karikatürün birden bire yaşamımıza bu şekilde girmesi beni geçirdiğim kazadan da fazla üzdü açıkçası...

Karikatürün durumu kuşların hali gibi!

Evet günlerdir bir gürültü-patırtıdır gidiyor… Koca dünya karikatür kriziyle yatıp kalkıyor. İçine kin tohumu atılmış insanlık düşmanlarınca uzunca bir süredir dünyanın gündemine sokulmaya çalışılan "Medeniyetler Çatışması" sonunda sahnelenme aşamasına geliyor… Her gün bir başka İslam ülkesinden ölüm haberleri geliyor… Yakılıp, yıkılan konsolosluklar, giderek ipin ucunu kaçırmış bir tepki seli… Acı olan tüm bunlara neden olarak "karikatür"ün karşımıza çıkarılması ve karikatür denilen güzelliğin de bu toz-duman içinde ciddi yaralar alması… Bizim zavallı karikatür, şu aralar, "Kuş gribi" sonrasında kuşların yaşadığı durumu yaşıyor sanki… O da kuşlar kadar yalnız kalıverdi sanki bir anda…

Oysa o karikatür ki, yıllar yılı barış güvercini olarak çizmiştir hep kuşları… Barış kuşu güvercinlerin itlaf edildiği günlerde, karikatür de itlaf edilecek bir duruma düşüyor gene insan eliyle… Adeta zavallı kuşlarla aynı kaderi yaşıyor 176 yılı devirmiş bir sanat... Karikatüre ve mizaha 28 yıldır emek veren biri olarak 176 yıllık bir sanatın bu çatışmada piyon olarak sahneye sürülmesi, bu krizin adına "Karikatür krizi" denmesi ve sayede dünya üzerinde karikatürü yeterince bilmeyen, tanımayan insan topluluklarına karikatürün kötü bir şeymiş gibi tanıtılması "Damdaki Mizahçı" olarak doğrusu beni derinden yaralıyor… Çünkü, karikatür dediğiniz sihirli alan, insanın çağdaşlaşma yolundaki en önemli eleştirel sanat aşamalarından biridir.

Karikatür, böylesi bir çatışmaya alet edilmeyi hak etmemiştir. Karikatür, medeniyet dediğiniz insanlık gelişiminin en önemli aşamalarından birinde çıkmıştır ortaya, o yüzden işin içinde eğer gerçekten "medeniyet" varsa böyle bir çatışmaya karikatürün neden olması düşünülemez. Ama sizin "medeniyet" diyerek bize yaldızlamaya çalıştığınız şey, yaşadığı insanlık suçlarından ötürü fazlaca zedelenmekten ötürü şimdilerde "zedeniyet" haline gelmişse o zaman durum başkadır… Bu noktada dünya üzerinde gelinen durum da budur. Ortaya çıkan ucube vaziyete; "Medeniyetler Çatışması"ndan çok "Zedeniyetler Çatışması" demek bu yüzden daha doğru olacaktır...

Çünkü; karşımızda hem çifte standartın dozunu kaçıran bir Hristiyan dünyası, hem de tepki verme acemisi bir İslam dünyası var… İşte bu anlamda medeniyet projesinden çoktan uzaklaşılmıştır. Zaten günümüzde böyle bir projenin varlığı da her türlü tartışmaya açıktır. Yanlışlıklar karşılıklı olarak sahneye konulmaktadır sürekli. Niyetleri baştan belli olan provokatörlerin "ısmarlama" bir şekilde çizdirip, İslam dünyasının başına fırlattıkları çizimleri internet sayesinde bendeniz de gördüm geçtiğimiz günlerde... Karikatürden çok, İslam düşmanı haline gelmiş, fanatik bir Batı'nın kusması gibiydi bu çizimler… Zaten "ısmarlama" olarak çizdirilmişler. Bakın üstelik Danimarka gazetesinin sipariş verdiği ilk çizerler bu teklifi kabul etmemişler. Onlar kabul etmeyince gazete bu kez ısmarlama yoluyla başkalarına çizdirmiş. Üstelik yayınlandıktan 5 ay sonra kopardılar bu tantanayı.Yani bir kavga çıksın diye uğraşanların olduğu çok açık bu noktada.11 Eylül'le birlikte dünya üzerinde oynanmaya başlayan bir oyun bugün Hristiyan Avrupa ile, İslam'ı kafa kafaya tokuşturma safhasına doğru hızla ilerliyor… Coğrafyaları birbirine düşürmekle geçimini sürdüren, dünyanın gerçek belası haline gelen; Sam amcanın bu manzara karşısında ellerini ovuşturduğunu görür gibiyim. Çünkü Avrupa'yla-İslam'ın yapacağı bir kavgadan kârlı çıkan gene Sam Amca olacaktır!..

Hangi "Batı", Hangi "İslam" Sahi bu noktada "Batı"nın içine düştüğü açmaza bakmakta yarar var… Bugün Batının içine düştüğü "çifte standart" hastalığı, onu kemirdikçe kemiriyor ve yarattığı uygarlıktan hızla uzaklaştırıyor... Oysa aynı "Batı" değil midir?.. Aklın, sanatın, kültürün, bilimin beşiği olan… İnsanlığa yüzyıllar önce "Rönesans" gibi bir aydınlanmayı armağan eden… O Rönesansın oluşturduğu aydınlık coşku ve rüzgarla atağa kalkan resim sanatının içinden doğup, sonrasında kendi ayakları üzerinde bambaşka bir sanat dalı haline gelen; "karikatür" de bize gene o Batının bize bir armağanı değil midir?.. Peki, bugün kendi yarattığı, kendi bindiği o sanat dalını da kesen o değil midir?.. Yoksa, karşımızdaki artık o yaratıcılıktaki bir Batı değil midir?. Karşımızdaki artık emperyalizmin kudurmuşluğundan, medeniyet projesini epeydir rafa kaldırmış olan iki yüzlü bir Batı mıdır?.. Tüm bunlara ek olarak şu can alıcı soruyu da sormak gerekiyor: Peki tüm bunlar, yüzyıllar öncesinden bizlere sunulmuş bir aydınlanmayı toptan yok sayıp, radikal bir Batı düşmanı olmamızı gerektirir mi?.. Bir Danimarka gazetesinin gerçekleştirdiği bu planlı bir hareketin içine hemen balıklama dalan ve ortalığı "İslam" adına yakıp yıkmaya başlayan güruhun içler acısı haline ne demeli?.. Nerede hoşgörü, akıl, izan?.. "Zedeniyet" dediğim zedelenme ruhunun yarattığı psikolojik travmalarla sadece vurup, yıkmak, yakıp, öldürmek midir tepkiden anladığımız?.. Bu zedeniyetin iki ucu var artık üstelik. Bir ucunda Batı, diğer ucunda Doğu… İki yöne hoyratça çekiştirilip, sürekli tuzağa düşürülen bir insanlık… Batı'yı Doğu'dan tamamen kopartmaya çalışıp, iki ayrı kamptan oluşan tatsız bir dünya kurma peşindeki gözü dönmüşlere karşı, akla ve izana dayalı bir tepki koymayı hiç beceremeyecek mi acaba İslam? Birbirinden giderek uzaklaşan, medeniyetten çok iki "Zedeniyet" haline gelen bu iki kutubun, bu kavgada bahane olarak karikatürü kulandığını iyi görmek gerekiyor?..

Bu tatsız kavgada ne yazık ki Türk medyası, bizim karikatürcülerin sesine pek de kulak vermedi. Ya da karikatürcü deyince medyamızın aklına gelen birkaç ismin dışına çıkılamadı alınan görüşlerde. Üstelik izlediğim kadar çizerlerimiz bu krizde sadece, ısmarlama karikatürleri çizen "Danimarkalı karikatürcüleri" eleştirmekle kaldılar. Olaya tek boyutlu baktılar. Ne de olsa iki ucu kutuplu bir değnek, son derece hassas bir konuydu ve görüş belirtmek "medeniyet cesareti" isterdi. Bu hassas olaya tek bir cepheden bakmaktansa hiç görüş belirtmemek bence daha anlamlı bir davranış olurdu. Danimarkalı çizerlerin zerre kadar tanımadıkları bir dinin tabularına dokunması ne kadar anlamsız ve cahilceyse, onlara gösterilen tepkin vahşi boyutları da o denli ürkütücüydü işin gerçeği. Bu vahşi tepki aslında kavga çıkartmak isteyenlerin ekmeğine de yağ sürüyordu ne yazık ki…

Sahi nedir bu arada "Karikatür" Bu tatsız zedeniyet hengamesi içinde epeyce hasar görüp savrulan zavallı karikatür sanatına biraz göz atmakta yarar var… Çünkü savaşa dönüşen bu kavgada "tetikçi" olarak kullanılan karikatür son bir aydır kafaların içine kötü bireymiş gibi kazınıp duruyor… Kaza sonrasında ilk kez yollara düşüp gittiğim İzmir'de söyleşi yaptığım bir ilköğretim okulunda öğrencilerin, yaşanan derin krizin etkisiyle "karikatür" kelimesinden bile ürktüğünü gördüğüm için bu durumu daha da önemsemeye başladım doğrusu. Kimilerince resmin üvey kardeşi olarak tanımlanan karikatür acaba ilk kez nerelerde görüldü?.. İlk karikatürleri kimler çizdi?.. İlk karikatürler aslında farkında olunmadan mağara duvarlarına çizilmiştir bana sorarsanız!.. Kütüphanelerde bulunan karikatürlerin en eskisi 1466'da adı bilinmeyen ve yapıtına E.S. imzasını atan bir Alman gravürcü tarafından yapılmış... Anlayacağınız bu Alman gravürcü karikatürcülerin piri ama ona "gravürkatürcü" demek daha doğru olur sanırım. E.S.'nin bu gravürkatür'ünden sonra 16. yüzyıla geliyoruz... 16. yüzyılda aslen ressam olan pek çok kişi gene farkında olmadan karikatür çizivermiş... Bunlar da aslında bir yerde karikatürün resmini yapmışlar diyebiliriz...Kim mi bunlar?.. Jerome Bosch (1450-1516), Leonardo Da Vinci (1452-1519), Bruegel (1525-1569), J. J. Boissard (1528-1602), Callot (1592-1635) ve şaşırtıcı bir isim; Rembrandt (1606-1669)... Evet işte hepsi de ressam olan bu isimler karikatüre benzer desenleriyle karikatürün resmin içinden çıkışına da öncülük etmişler bir şekilde! Karikatürün ülke olarak ilk vatanı İngiltere gibi gözükmektedir... Zira 18. yüzyılda 4 İngiliz sanatçı bugünkü karikatürlere pek benzemese de, karikatüre yakın abartılmış çizgilerle tanıştırıyorlar bizi... Şimdi karikatüre giderek daha da yakınlaşan karikatürün bu ilk dörtlüsünü sayalım; Hogarth (1697-1764), Rowlandson (1756-1827), James Gillry (1757-1815) Cruik Shank (1792-1878)... Peki bu 4 İngiliz neler çizmiş?.. Genellikle insan figürü konu alınmış ve resme yakın bu çizimlerde o zamana dek pek alışılmadık abartmalar yapılmış... İşte zaten bu abartmalar onları resimden karikatüre doğru bir yolculuğa çıkarmış bir yerde...19. yüzyıl başlarında karikatürün bir yerde mayasını yoğuran Fransa'ya göz attığımızda da aynen İngiltere'deki gibi aslen ressam olan bazı isimlere rastlıyoruz... Bunlar; Gavarni, Daumier, Grandville, Henri Monnier gibi isimlerdir ki bunların içersinde karikatüre en çok yaklaşan isim Daumier'dir... 1808-1879 yılları arasında yaşamış olan Daumier, Fransa'da karikatürü yaratan ilk isimlerden biridir... 'Kara Mizah'ın temelleri de bu dönemde ilk kez Fransa'da atılmış sayılabilir.

1830'lardan bugüne gelen bir sanat Yıl 1830'dur ve Fransa'da Charles Philippon adında bir desinatör-gazeteci yapacağını yapar!.. "LA CARICATURE" adlı bir karikatür dergisi çıkarır... İşte size ilk karikatür dergisi!.. Yani aslında karikatürde gerçek anlamda her şey 1830'da başlar... Modern karikatüre doğru sürecek olan yolculuğun ilk gerçek durağı 1830'daki bu dergidir... "LA CARICATURE" de küçük bir kadro vardır... Derginin kadrosunu; Daumier, Grandville, Raffet, Monnier, Travies, Gavarni gibi çizerler oluşturur... 1832 yılına gelindiğinde Charles Philippon bu derginin tutmasıyla birlikte cesaret bulup ikinci bir dergi çıkarır... "CHARIVARI" adlı bu dergi de (Fransızca'da; Gürültü-Patırtı anlamındadır.) "LA CARICATURE" gibi büyük bir ilgi görür ve beğenilir... Ancak bu iki dergiyi beğenmeyenler de vardır!.. Bunlar daha çok sarayda yaşayanlardır!.. Örneğin; İmparator Louis Philippe gibileri!.. Tıpkı daha sonra aynı şeyleri yapacak bizdeki benzeri Abdülhamit gibi!.. Bizim sultan da aslında kendine bu Fransız imparatorunu örnek alıp bu tarihlerden yaklaşık 40 kadar yıl sonra aynı şeyleri yapmıştır. İmparator Philippe hazretleri, karikatüre bu kadar yeter diyerek 1835'de bir yasa çıkarır.. Bakın bu yasa "Siyasal Güldürü"yü yasaklar!.. "LA CARICATURE" bu yasaya boyun eğer ve kapanır... "CHARIVARI" ise siyasal çizgisini bırakıp sosyal çizgiye geçer ve 13 yıl daha yaşar... Bu yasaklar Fransa'da 18 yıl daha kalkmış ve ancak o tarihten sonra yeniden siyasal karikatüre dönüş yapılabilmiştir... Yani karikatürün "ifade özgürlüğü" o kadar da rahat başlamamıştır Batı yolculuğuna!.. Fransızların getirdiği ve oturttuğu karikatür dergiciliği onların yakın takipçisi olan İngilizleri de etkilemiş ve İngilizler de 1841'de PUNCH adlı dergilerini yayınlamıştır. (Bazı kaynaklarda; 1842'de çıkmış gözükür.) PUNCH, İngilizlerin en uzun ömürlü dergisi olmasının ötesinde İngiliz karikatürünün kök salmasına da öncülük etmiş bir dergidir... 1850'li yıllar tüm dünyada karikatür dergiciliğinin temellerinin atıldığı, bu tür dergilerin yayılıp patladığı yıllardır... Osmanlı'da ise ilk mizah dergisi 23 Aralık 1869'da Teodor Kasap adlı bir Ermeni kökenli vatandaşın, kadroya Namık Kemal'i de alarak çıkardığı "Diyojen" adlı dergi olmuştur... Tabii, bugün bizler için karikatürün asıl altın dönemi ve gerçek gelişip yerine oturma çağı; 20. yüzyıl olmuştur tüm dünya üzerinde… Yani 1900'lü yıllar… Dünyamız 20. yüzyılın ilk 50 yılında iki büyük dünya savaşı yaşamıştır ve karikatür bu 50 yıllık savaşlı süreçte kendini bulmaya ve "muhalif" bir sanat olmaya başlamıştır. Özellikle de bu savaşların sonrasındaki 1950'lerde tamamen kişiliği oturan karikatür sanatı altın çağını yaşamıştır. Karikatür; sarsıcı ve çarpıcı bir sanattır. Gerekirse yıkıcı da olabilir. Bu çizerin niyetine bağlı bir durumdur. Tabii ki yasalarla yönetilen bir devlet anlayışı içinde onun da özgürlük alanları sınırlıdır ancak bu sınırlar her topluma ve her dine göre ayrı ayrı belirlenmiş sınırlardır. Çizginin gücü on kaplan gücündedir… Tüm bu tarihlerin ötesindeki en önemli gerçek; karikatür ve mizah denen sihirli gücün her daim birileri tarafından rahatsız edici bulunmasıdır. Ancak bu rahatsızlık karikatürün "iktidar" olan güçlere karşı "muhalif" kimliğini göstermesiyle en sağlıklı şekilde oluşmuştur. Bu kez karşımıza çıkan durum daha farklıdır. Bu krize yol açan karikatürler; iktidar olan güçlere karşı bir muhalif ses olmaktan çok, birbirinden kopma noktasına gelmiş iki ayrı toplumun birbirine daha da düşman olmasına yönelik art niyetli bir çabanın ürünü olarak karşımıza çıkmışlardır… Bunu iyi saptamak da yarar var.

Tabii şunu da unutmamak gerekiyor; resmin bile günah sayıldığı bir dinde, resmin bozulmuş-abartılmış hali olan karikatürün katlamalı bir günah sayılması kimseyi pek şaşırtmamalıdır!.. Eğer şaşırtıyorsa bu onu çizen kişinin cehaletini ya da art niyetini gösterir.İşte bu anlamda peygamberin iyi ya da kötü şekilde çizilmiş olması değil, karikatürünün çizilmiş olması bile sadece suç olması için yeterlidir. Dinleri bu anlamda iyi tanımakta da, zavallı karikatürü bir provokasyon aracı yapmamakta da insanlık adına çok yarar var… Tabii bunca toz duman, gürültü, patırtı içinde "insanlık" dediğiniz şeyden hâlâ eser kaldıysa? Umarım, bu tatsız durum karikatür gibi bir güzelliğe ilerde onarılamayacak zararlar vermez…

5. İzmir Öykü Günleri güzelliği! Sevgili dostlar, "Damdaki Mizahçınız" Şubat ayının 12'sinde gene damlara attı kendini. Kaza sonrasında ilk kez yola çıkıp gittiğim ikinci evim; İzmir'de gene keyif dolu anlar yaşadım. İzmir, Konak Belediyesi tarafından bu yıl 11-14 Şubat 2006 tarihleri arasında 5. kez düzenlenen "İzmir Öykü Günleri"ne 14 Şubat günü bir söyleşide konuşmacı olarak katıldım. Tüm yurtta, tüketim medyası sayesinde "Sevgililer Günü" manyaklığı yaşanan bir aşk tüketim gününde daha biz salondaydık sevgili dostlar! Ne de olsa aşkı böylesi günlerde, hoyratça tüketenlerden değiliz! "5. İzmir Öykü Günleri" izlediğim kadar artan bir ilgiyle sürüyor İzmir'de ancak özellikle lise ve üniversite çağındaki gençlerin katılımı keşke biraz daha fazla olsa ve öykü artık salonlardan çıkıp okul etkinlikleriyle soluk alsa. Zaten salonlara sığmadığını bizzat görmüş olduk.Bu noktada kendisinden önceki dönemde başlamış böylesi güzel bir etkinliğe, elindeki imkanları zorlayarak, canı gönülden destek olan, İzmir için bir "şans" olarak gördüğüm Konak Belediye başkanı sevgili Muzaffer Tunçağ'a ve ona destek olan herkese çok teşekkür ediyorum. Umarım İzmir, bu tür güzellikleri artırarak sürdürür ve ülkemizin bu anlamda "Bir numara"sı olmaya devam eder!..

İzmir'e Öykü Günleri için gitmişken, okulsuz dönmek bana yakışmazdı!.. İzmir'in adı gibi güzel semtlerinden olan Güzelyalı'da, "Güzelyalı İlköğretim Okulu"nda, adeta söyleşi rekoru kırarak 2 keyifli gün geçirdim doğrusu… Uzunca bir süredir İlköğretim öğrencilerinin, liselilere "kitap" okumada fark attığını görüyorum.İnsan hep seviniyor hem üzülüyor. Çünkü ilköğretimde gözleri ışıl ışıl parlayan ve iyi birer okur olan bu çocuklar, liseyle birlikte okumayı terk ediyor, üniversite ortamında ise kitap kapağı bile açmıyorlar…

"Damdaki Mizahçı" kitapları yolda!

Sevgili dostlar, yazımı bir müjdeyle noktalamak istiyorum… "DAMDAKİ MİZAHÇI" yazılarıma kitap anlamında çok uzun bir ara vermiştim… "Damdaki Mizahçı Dizisi" adıyla bundan tam 10 yıl önce dizinin ilk kitabı olan; "APTAL BİLE DEĞİLİZ" yayınlanmıştı. Bu kitabın her satırı elden geçmiş, baştan aşağı yenilenmiş 5. basımı pek yakında karşınızda olacak…Tabii sadece bu kitap değil, dizinin 2. kitabı da 10 yıl sonra yolda…Geldi, geliyoooor… Evet, "Damdaki Mizahçı" yazılarımdan oluşan dizinin ikinci kitabı; "YOK BÖYLE BİR ÜLKE" de yakında Bulut Yayınlarından okura ulaşacak…Bu kitapta da hepimize "Yok böyle bir ülke abi yaaa" dedirtecek kıvama sahip keskin deneme yazılarım yer alıyor…

Bendeniz her türlü "kaza" vaziyetine rağmen henüz buralardayım, en yakın damdayım ve yazıp-çizmeye devam ediyorum. Her şeye inat!.. Tabii sizler hâlâ oralardaysanız…

Bana ses vermek isteyenler için yeni bir mailimiz daha var bu arada: damdakimizahci@gmail.com Gelecek yazımıza dek, dam üstünden GÜLEKALIN!..

(Alıntı: “Damdaki Mizahçı“ köşesi - 21 Şubat 2006 www.minidev.com )

Hiç yorum yok: